Adli Kontrol Hakkında Beş Soru

Abone Ol
1- Soruşturma aşamasında verilen adli kontrol kararı ne zaman biter, bu tedbirin devamı için ayrı bir aşama olarak kabul edilen kovuşturmada devam kararı almaya ihtiyaç var mı, yoksa tutuklama kararı gibi mi değerlendirilir?

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, adli kontrol kararının gerek soruşturma ve gerekse kovuşturma aşamasında hangi hallerde sona ereceği düzenlenmiştir. Kanunda, soruşturma aşamasında verilen adli kontrol kararının, iddianamenin kabul edilmesi ile başlayan kovuşturma aşamasında sona ereceğine dair açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebeple, soruşturma aşamasında verilen adli kontrol kararının kovuşturma aşamasında devam etmeyeceğini kategorik olarak kabul etmek doğru olmayacaktır. Bir başka ifade ile soruşturma aşamasında verilen adli kontrol kararı, iddianameyi kabul eden mahkeme tarafından kaldırılmadıkça etkisini sürdürecektir.

Bir diğer görüşe göre ise, soruşturma ve kovuşturma evreleri farklı prosedürleri içermektedir. Soruşturma aşamasını yöneten yargı mensubu savcı, kovuşturma aşamasını yöneten ise hakim ve mahkemedir. Her ne kadar adli kontrol kararının, iddianamenin kabul edilmesi ile başlayan kovuşturma aşamasında sona ereceğine dair açık bir düzenleme bulunmasa da, iddianamenin kabulü kararı veya en geç tensip zaptının düzenlenmesi aşamasında adli kontrol kararı ile ilgili hakim/mahkeme tarafından değerlendirme yapılması gerekmektedir. Bu hususla ilgili açık bir düzenlemeye gerek olmaksızın, yargılamanın safhaları ve yönetenleri arasındaki farklılık sebebiyle bu tür bir değerlendirmeye ihtiyaç bulunmaktadır. Belirtmeliyiz ki, bu son düşünce yeterli hukuki desteğe sahip değildir. Tutuklama ile aynı şartlara sahip olan adli kontrol tedbiri, hangi aşamada verilirse verilsin usule uygun kaldırılmadığı müddetçe etkisini devam ettirecektir.

Elbette bu noktada, CMK m.102’de öngörülen azami tutukluluk sürelerinde olduğu gibi bir düzenlemenin adli kontrol tedbirinde olmaması rahatsızlığa yol açabilecektir. Bu sorunu ortadan kaldırmak için iki düşünce ortaya koyulabilir; birincisi, adli kontrolde azami süre olmadığından, tutuklulukta kabul edilen “makul süre” ölçütü burada dikkate alınmamalıdır. İkinci görüşe göre ise, tutuklulukta olduğu gibi azami sürenin adli kontrolde kabul edilmemesi nedeniyledir ki, soruşturma, kovuşturmanın yerel mahkeme ve temyiz aşamalarında adli kontrol tedbirinin devam edip etmeyeceği ayrıca değerlendirilmeli, aksi halde kendiliğinden kalktığının kabulü gerekir.

2- Sanık hakkında devam eden adli kontrol için yerel mahkeme aşaması biterken ayrı bir karara ihtiyaç var mı? Yoksa kendiliğinden devam mı eder, bu konuda karar verilmemişse, adli kontrolün kalktığının kabulü mü gerekir?

Adli kontrol tedbirine tabi tutulan kişi hakkında yerel mahkemenin hükümle birlikte bir karar oluşturulmaması durumunda tedbirin devam edip etmeyeceği hususu da tartışmalıdır. Bir görüşe göre, yerel mahkemenin adli kontrole ilişkin karar vermemesi durumunda tedbir kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

Ancak biz bu görüşe katılmamaktayız. Kanaatimizce, kovuşturma aşamasında adli kontrolün kaldırılması için açıkça karar verilmesine ihtiyaç olduğundan, yerel mahkeme aşaması biterken ayrıca bir karar verilmemesi adli kontrolün sona ermesi açısından yeterli değildir. Kişi hak ve hürriyetlerine ilişkin bir müessesenin etkisinin sona ermesi, ancak bu yönde bir kararın varlığına bağlıdır. Bu nedenle, yerel mahkeme aşamasını sonlandıran hükümde adli kontrolün devamı veya kaldırılması yönünde bir karar verilmediğinde, adli kontrolün “kendiliğinden” kalktığı şeklindeki değerlendirme isabetli olmayacaktır.

3- Adli kontrol kararı ile yerel mahkeme aşamasında dava biter, sanık da temyiz incelemesi sırasında tedbire uygun davranmazsa, örneğin imza atmaya gitmezse, CMK m.112 uyarınca hangi yetkili yargı mercii karar verecek?

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tedbirlere uymama" başlıklı 112. maddesine göre, "Adli kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen şüpheli veya sanık hakkında, hükmedilebilecek hapis cezasının süresi ne olursa olsun, yetkili yargı mercii hemen tutuklama kararı verebilir". 112. maddedeki düzenleme açık gibi gözükse de, yerel mahkeme hükmü verildikten sonra adli kontrol tedbirine uyulmaması durumunda yetkili yargı merciinin belirlenmesi açısından farklı ihtimaller gündeme gelecektir.

Örneğin yerel mahkeme karar verdikten, fakat dosya Yargıtay’a ulaşmadan önce adli kontrol tedbirine aykırı hareket edilmesi halinde tutuklama kararını verebilmekle yetkili yargı mercii nasıl tespit edilecektir? Bir görüşe göre, yerel mahkeme karar vermekle dosyadan el çekmiş kabul edileceğinden, dosya temyiz mahkemesi olan Yargıtay’a ulaşana kadar geçen sürede sanığın adli kontrole uymaması durumunda, yerel mahkeme dosya ile ilgili tasarrufta bulunamayacak ve dolayısıyla tutuklama kararı vermesi de mümkün olamayacaktır.

Dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda bulunduğu sırada adli kontrol tedbirine uyulmaması durumunda, yetkili yargı merciinin nasıl tespit edileceği de değerlendirilmesi gereken bir konudur. Kanaatimizce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın adli kontrol tedbirine uymayan sanık hakkında tutuklama kararı vermesi hukuken mümkün değildir. Bu aşamada, dosya hakkında temyiz incelemesini yapacak ceza dairesi de netleşmediğinden, adli kontrole uyulmaması halinde tutuklama kararını vermeye yetkili yargı merciinin tespiti noktasında bir hukuki sorun ve belirsizlik olduğu ortadadır.

Yargıtay’ın ilgili ceza dairesi tarafından temyiz incelemesi yapıldığı sırada adli kontrol tedbirine aykırı davranılması halinde ise yetkili yargı merciinin incelemeyi yapan ceza dairesi olduğu ortadadır. Ancak dairenin tutuklama yönünde karar verip veremeyeceği konusunda farklı görüşler mevcuttur. Bir görüşe göre Yargıtay, CMK m.104/3 uyarınca sadece salıvermeye ve sanık lehine yorum ve kıyas yapılmak suretiyle adli kontrolü kaldırmaya ilişkin talepleri karara bağlayabileceğinden, kişi hürriyetinin sınırlandırılması, yani adli kontrole uymayan sanığın tutuklanması yönünde karar veremez.

Bir diğer düşünceye göre ise Yargıtay, CMK m.112’de yer alan “yetkili yargı mercii” olduğundan, adli kontrol tedbirine uymayan sanık hakkında tutuklama kararı vermesi mümkündür. Çünkü Yargıtay, sanığın adli kontrole uygun davranıp davranmadığı konusunda CMK m.112 ile yetkili kılınmıştır. Bu sebeple Yargıtay, adli kontrol tedbirine uygun davranmayan sanık hakkında tutuklama kararı verebilmelidir. Ancak bu düşüncenin zayıf olduğunu, Anayasa m.13, 19 ve CMK m.104 ve 110 uyarınca hukuki dayanaktan yoksun olduğunu ifade etmek isteriz. Temyiz merci olan, maddi vakıa incelemesi yapmayıp sadece hukukilik denetimi yapan Yargıtay’ın adli kontrolü tutuklamaya dönüştürmesi kararı verebilmesi için, bu konuda açık düzenlemeye ihtiyaç olduğu, aksi halde bu durumun yasal boşluk olarak değerlendirilip, temyiz incelemesinde bulunan dosyalarda devam eden adli kontrolün, CMK m.112 kapsamında tutuklama tedbirine dönüştürülmesinin mümkün olmadığını belirtmeliyiz.

Karşı fikir, CMK m.112’nin net hüküm içerdiği, “yetkili yargı merci” kavramına yer verdiği, temyiz incelemesinde bu kavramın karşılığının Yargıtay olduğu, dolayısıyla belirsizliğin bulunmadığı, sanığın adli kontrol tedbirine uymadığının tespiti halinde durumun Yargıtay’a bildirilmesi gerektiği, dosyadan el çekildiği için ve “nöbetçi mahkeme” usulü temyiz aşamasında uygulanamayacağından, tutukluluğa dönüştürme kararının ancak Yargıtay tarafından verilebileceği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nda olan dosyalar yönünden ise, dosyanın gitmesi muhtemel ceza dairesinden dönüştürme kararının talep edileceği, bu talebin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılabileceği şeklinde savunulabilir. Buna ek olarak, talep yapılacak yargı merciin Yargıtay değil, sadece CMK m.112 uyarınca adli kontrolden tutukluluğa dönüş olacağından, bu kararın nöbetçi veya esas davaya bakan mahkeme tarafından verilebileceği de ileri sürülebilir.

Bir diğer görüşe göre ise, örneğin her gün karakolda imza atma zorunluluğu ile hakkında adli kontrol tedbiri uygulanan mahkumun bu tedbire uymaması halinde, adli kontrol tedbirini denetleyen kolluk tarafından infaz savcılığına bildirimde bulunulacak ve savcılık, nöbetçi hakim veya mahkemeden tutuklama tedbirinin uygulanması talebinde bulunabilecektir. Anayasa m.13’e göre, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”. Tutuklama, kişi hak ve hürriyetlerini kısıtlayan bir tedbir olup, yetkili olmayan hakim/mahkeme tarafından bu tedbirin uygulanması Anayasaya aykırı olacağından bu son görüşe katılmamaktayız.

4- Azami tutukluluk süresi dolduğundan hakkında adli kontrol uygulanan sanığın bu tedbire uymamasının bir yaptırımı var mıdır?
CMK m.102’ye göre azami tutukluluk süresi dolduğundan bahisle adli kontrol ile salıverilen sanığın, bu tedbire uymaması durumunda tekrar tutuklanmasına yönelik bir düzenleme, hem CMK m.102 ve hem de 112’de bulunmamaktadır. Bu sebeple, sanığın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının kısıtlanması mümkün değildir. Her ne kadar CMK m.112’nin, 102’ye göre özel bir düzenleme olduğu, adli kontrole uymamanın yaptırımını gösterdiği, bu sebeple azami sürenin dolması sebebiyle salıverilen sanığın “azami süre” ölçütü gözetilmeksizin tekrar tutuklanabileceği ileri sürülse de, bunun mümkün olmadığını ve net yasal dayanağının bulunmadığını da ifade etmek isteriz.

5- Adli kontrol tedbirine uyan bir kişinin hükümle tutuklanması mümkün müdür?
Değildir, çünkü Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili hükümlerinde, tutuklama ile adli kontrol tedbirlerinin aynı şartlara sahip olduğu, yalnızca tutuklama tedbirinin ağırlığı sebebiyle ikincil tatbikinin öngörüldüğü, bu sebeple doğrudan hakkında adli kontrol kararı verilen ya da tutuklama tedbirinden adli kontrol tedbirine dönüştürme kararı verilen sanığın, adli kontrol tedbirinin gereklerini yerine getirmesi halinde, sırf hakkında ağır ceza verildiğinden bahisle tutuklanması CMK m.112’ye uygun olmayacaktır. CMK m.112’de, net bir şekilde adli kontrol hükümlerini isteyerek yerine getirmeyen sanığın tutuklanabileceği düzenlenmiştir. Bu nedenle, adli kontrolün şartlarına uyan bir kimsenin, hakkında verilen hapis cezasının kesinleşip infaza konu edilmesine kadar yakalanması ve tutuklanması mümkün gözükmemektedir.

Buna karşılık, her ne kadar tutuklama ile adli kontrol aynı şartlara sahip olsa da, tutuklamanın nev’i şahsına münhasır özelliğinin olduğu, buna ilişkin şartın gerçekleşmesi durumunda CMK m.112 uyarınca dönüştürme yapılmadan da tutuklama kararı verilebileceği ileri sürülebilir. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını kısıtlayan, Anayasa m.13 ve 19’a göre de, CMK m.100, 101, 109, 110 ve 112’de karşılığı olmayan bu düşünceye katılmamaktayız. Bu düşüncenin kabul görebilmesi için, aynen temyizde geçen sürenin tutuklamadan sayılmasında nasıl açık yasal düzenlemeye ihtiyaç varsa, mahkumiyet hükmü ile birlikte adli kontrol yerine tutuklama tedbirinin tatbiki için de açık yasal düzenlemeye yer verilmelidir.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)