ADALETİ ES GEÇENİN YOLU İNTİKAMA ÇIKAR..!

Abone Ol
intikam, adaletin düşmanıdır. İçinde intikam olan bir hareket sadece zulüm olabilir..! Bu itibarla adalet hassas bir terazidir, elde öfkeyle sallanan bir kılıç olamaz.
 
Adalet, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi anlamına gelir. Haklı ile haksızın ayırt edilmesi adaletle sağlanır. Bir hukuk düzeni güçsüzleri koruduğu ölçüde adaletli olabilir. Bu yüzyıllardır böyledir. Yeni bir durum değil, bugüne has bir kaide de değil. Ama biz bu kavramları sanırım yeni yeni öğrenmeye başlayacağız. Hukuk alanında bir aydınlanma çağına ihtiyacımız olduğu çok açık..!
 
Sanırım bu aydınlanma sürecimiz özellikle son yıllarda yargı üzerindeki giderek artan tartışmalarımızla başlayacaktır. Hukuk ve Adalet adına, aslında herkesin haklı şeyler de söylediği, tam bir kaosun içinden geçmekteyiz. Hukukun ve Adaletin kökünden kazındığı o darbeli günlere lanet ama bugünkü sıtmaya da doğrusu razı değilim. Artık geriye dönüp hastalığımızı teşhis etmeli ve bu “ölümcül sıtmadan” kurtularak geleceğe bakmalıyız..! Peki, ama 12 Eylül ve 28 Şubat darbecilerinden, 27 Nisan’ın “kabadayı”larından hesap sormayalım mı? Balyoz ve çeşitli isimler altında anayasal parlamentoyu “yeniden” ortadan kaldırmayı planlayanları yargılamayalım mı?  Bu sorulara hayır demek mümkün değil… Elbette yargılanmalılar. Demokrasiyi öğrenmesine fırsat verilmeyen, geri zekâlı muamelesi yapılan,  rüştünü ispatlama imkânları sürekli elinden alınan bu halka karşı bu zorbalıkların elbette hesabı sorulmalıdır. Kurtuluş savaşımızın yani varlık-yokluk mücadelemizin dahi “Meclis” ve “Meclis Hükümeti” tarafından yürütüldüğü düşünülecek olursa, meclisin iradesine kastetmenin ne kadar ciddi bir suç olduğu daha iyi anlaşılabilecektir. Düşününki İstanbul işgal altındaydı ve fakat “Anadolu”da mebus seçimleri yapılıyordu..!
 
Herkes darbenin bir suç olduğunu kabul ediyor. Darbe “meşrudur” diyen biri de zaten kale alınacak tıynette biri değildir “netekim”..!  Peki ama tüm bu tartışmaların sebebi nedir? Herkes “adalet” diyor, “hukuk” diyor..! İşin doğrusu, bana göre, kimse(vatandaş hariç) bağımsız bir yargı derdinde değil. Dün bu gücü elinde bulunduran vesayetçiler memnundu, bugün ise dünün mağdur edilen siyasileri memnun.. Ara sıra canını sıkan olsa da “hop dur bakalım orda, ver yetkilerini bak şimdi işine” diye postayı telgrafı koyabiliyor(misal: mit soruşturması örneği). Yani aynı anlayış devam ediyor. Kadimden bu yana anlayış şudur; yargı bağımsız tarafsızdır ama vatandaşlar arasında, söz konusu devlet ve menfaatleri olunca “gerisi teferruattır”. Ama bireysel haklar ve özgürlükler ama insan hakları, kutsal savunma hakkı vs.. Geçiniz efendim geçiniz teferruattır dedik ya..! İşin hazin yanı nedir biliyor musunuz, bu şekilde kurgulanan yargımız vatandaşın kendi aralarındaki ihtilafların çözümünde dahi vicdanları tatmin edecek kararlar verememiştir. Dahası vicdanları yaralayacak kararları ile nerdeyse meşhur hale gelmiştir. Öyle yada böyle durum bu..!
 
Her neyse işin aslı hiç görülmek istenmedi. Yargı bugün, maalesef, acınacak haldedir..! “Ama dün hiç yoktu, darbe dönemlerinde neler yaptılar, unuttunuz mu” sözleri ile avunacak değilim. Elbette unutmadım, unutmadık ama bu acınacak hale de razı değilim..! Yargının bu acı haline, acıtan haline, insanları horlayan, saygısızca aşağılayan(çoğu hakimin yaptığı kendini bağlar ancak sistem bu saygısızlığı ve aşağılamayı karşılıksız bırakıyor), “kimsin nesin, sus, uzatma, otur yerine, kalk bakim ayağa, hot-zot davranan haline her gün şahit oluyor ve gülüyorum. Acı bir tebessüm de olsa gülüyorum artık. O kadar kanıksamışız ki, bu durumu değil de, bu durumu yadırgayanları veya karşı çıkanları yadırgar hale gelmişiz..! Bu güne kadar bir yargıcın veya savcının karşısındaki insana, davalı olsun davacı olsun tanık olsun sanık olsun, “siz” diye hitap ettiğini duymadım mesela..! Varsa da ben duymadım. Efendim dese ne çıkar..? İşte her şeyin bittiği andır bunu sormak..! Bu bir zihniyettir, gerisini boş verebilirsiniz. Bu hala “kadı” olarak kalmaya devam etmek veya medeni bir toplumun medeni bir “yargıcı” olmayı tercih etmek arasındaki bir farktır. Dahası varmı..?
 
Evet adalet bağımsız ve tarafsız olmalıdır ama “devletin ali menfaatleri” ile bireylerin hakları arasında bir fark gözetmeksizin.. Bu bağımsızlık, çoğu yargıcın ve savcının anladığı gibi “kafasına göre”, “kendi kendini idare etmek” gibi bir bağımsızlık değildir.
 
Oligarşik bir yargı hiçbir zaman hesap vermez. Bizim yargımız hiçbir zaman kamuoyuna hesap vermedi, vermeyi reddetti. Şimdi bakıyorum da yargı tartışılıyor, sorgulanıyor.. Bence bu sorgulamalar ve yapılan ağır eleştiriler sağlıklı bir şey ve devam etmeli. Bir gözümüz sürekli yargının üzerinde olmalı bence. Hatta bir mahkemenin kararları, kişi özel bilgileri ve isimler saklı kalmak kaydıyla, kamuya açık olmalı. Herkes bu kararlara ulaşabilmelidir. Yargıç bir davada karar verdiğinde bu kararın kamuoyunda tartışılacağının bilincinde olmalıdır. Yasal mevzuat buna uygun hale getirilmelidir. Kararlar basın yayın organlarında ve uzmanlar tarafından sistematik bir şekilde takip edilebilmelidir. Bu gün olduğu gibi sızdırma şeklinde değil, yasal olarak..!  Bu sebeple yargının kararları “kara kutu olmaktan çıkarılmalı ve kamuoyuna hesap verilebilir şekilde paylaşılmalıdır.
 
Biz bugün bunu tartışmak yerine “senin yargın, onun yargısı” kavgası içindeyiz. Aslında hepsi aynı kapıya çıkıyor. Yargı sistemimiz değişmediği ve kararları kamuoyu tarafından denetlenemediği sürece bu tartışa hiç bitmeyecektir. Dün başkasında olan bu güç, bugün bir başkasında, yarın daha da başka birilerinde olacaktır. Bu kaçınılmaz bir durumdur, ancak ne var ki çözümün ne olduğu konusunda tartışma söz konusu bile değildir.
 
Kimilerine göre çözüm, tüm bu yargılamalara son vermek ve bütün tutukluların salıverilmesi, kimine göre de, bu saftaki herkesi aynı kefeye koyup hepsini içeri tıkmak. İkisi de birbirinden beter öneriler..! Şimdi bu şekildeki bir tartışma çıkmaz bir sokak değil mi? Çözüm önerileri nerede?
 
Yeni yapılması planlanan Anayasada bu sorunlara çözüm üretecek “Yargı Sistemleri” ni ve kamuoyu denetimini ciddi şekilde tartışmak zorundayız..? Bu “kara kutuyu” artık halka açmak zorundayız.

 

Bu arada, evet 28 Şubat ve benzerleri yargılanmalıdır..! Ama kelimenin gerçek manasıyla adil bir yargılama ile yargılanmalıdırlar..! Aksi durum adalete değil zulme ve intikama yol açar..! Ve unutulmamalıdır ki meşru amaçlara ancak meşru yollarla varılabilir.

 

Sonuç olarak; bir suç ne kadar ortada olursa olsun zanlıların kendilerini güçlü bir şekilde savunma hakkı vardır. Medeni toplumların yapılanmalarının temelinde bu yatar..! Çünkü toplumun en büyük değeri adil olmasıdır. Yoksa despotluğun ve güçlünün güçsüzü ezmesinin önüne geçilemez.

 

Eğer bir insanın temel hak ve özgürlükleri “haksız yere” elinden alınırsa bu sadece o insana yapılmış bir kötülük olmaz. Bu hatayı yapanlar toplumun bütün fertlerini teker teker kirletmiş olurlar..! 



(Bu köşe yazısı, sayın Av. Zafer KAZAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)