Olaylar

Bir şirketin proje müdür vekili ve ihale komisyonu üyesi olan başvurucu hakkında ihaleye fesat karıştırma suçunu işlediği şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Başsavcılığın talimatıyla yakalanması istenen başvurucunun ikamet adresi bilinmediğinden aynı soruşturma kapsamında daha önce yakalanan ve başvurucuyu tanıyan şüpheli üzerinden başvurucu telefonla aranmış, hakkında yakalama talimatının olduğu söylenerek başvurucudan teslim olması istenmiştir. Başvurucu, kendisi gelip teslim olmuş ve üç gün gözaltında kalmıştır. Soruşturma kapsamında sulh ceza hâkimliği tarafından verilen arama ve elkoyma kararı doğrultusunda başvurucunun bilgisayarlarına, iki adet cep telefonuna ve telefonların içindeki SIM kartlara el konulmuştur.

Başvurucu, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına ihaleye fesat karıştırma suçundan yargılandığı davada beraat etmiş; kararın kesinleşmesi üzerine de maddi ve manevi tazminat davası açmıştır. Tazminat talebini inceleyen ağır ceza mahkemesi başvurucuya haksız gözaltı ve elkoyma nedeniyle 448,83 TL maddi, haksız gözaltı nedeniyle de 1.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Başvurucunun süreçte yaşadığı olumsuzlukların karşılığının böyle bir miktar olamayacağını ileri sürerek yaptığı temyiz talebi reddedilmiştir.

İddialar

Başvurucu; haksız yakalama ve gözaltına alma koruma tedbirlerine karar verilmesi nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı elkoyma kararından dolayı açılan tazminat talebinin incelenmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

Mahkemenin Değerlendirmesi

A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

Derece mahkemelerinin tazminat için somut olayın şartlarına göre takdir yetkisi bulunmakla birlikte meydana gelen ihlalle orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminat Anayasa'nın 19. maddesine aykırı olacaktır. Öte yandan tazminat miktarı Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda verdiği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır. Ancak bu durum tek başına Anayasa'nın 19. maddesinin ihlal edildiği anlamına gelmeyeceğinden somut olayın kendine özgü şartlarının dikkate alınması gerekir.

Manevi tazminat miktarının yeterli olup olmadığı belirlenirken tazminata karar veren derece mahkemesinin karar tarihinde Anayasa Mahkemesinin benzer başvurular üzerine verdiği veya verebileceği tazminat miktarına göre bir karşılaştırma yapılacaktır. Anayasa Mahkemesince yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle manevi tazminata hükmedilirken kişinin sosyal ve ekonomik durumu, mesleki ve toplumsal konumu, üzerine atılı suçun niteliği, koruma tedbirine neden olan olayın oluş biçimi, tedbirin kişinin üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler ve tedbirin süresi, tedbir nedeniyle meydana gelen ihlalin ağırlığı dikkate alınmaktadır.

Bu kriterler ışığında somut olaya bakıldığında başvurucunun beraat ettikten sonra 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında açtığı tazminat davasında başvurucuya haksız gözaltına alma tedbiri nedeniyle 1.000 TL tazminat ödendiği görülmüştür. Hükmedilen miktar, somut olayın şartlarında ve manevi tazminatın belirlenmesine ilişkin yukarıda belirtilen kriterler çerçevesinde değerlendirildiğinde -karar tarihi itibarıyla- Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verebileceği tazminat miktarına göre yeterli kabul edilebilecektir.

Öte yandan maddi tazminat miktarının yeterli olup olmadığının da incelenmesi gerekir. Başvurucunun beraat ettiği davada avukatına verdiği vekâlet ücretinin maddi tazminat kapsamında kendisine ödenmesi gerektiği yönündeki talebi reddedilmiştir. Derece mahkemesi tazminat talebini reddederken sadece bu dekontun ve serbest meslek makbuzunun karar tarihinden sonra düzenlendiğini belirtmekle yetinmiş; vekâlet ücretinin başvurucu tarafından gerçekten ödenip ödenmediği, avukatın bu ücreti alıp almadığı, dekontun ve serbest meslek makbuzunun sahte veya usulüne aykırı düzenlenip düzenlenmediği ile ilgili bir araştırma yapılmamıştır.

Mahkeme ayrıca beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesine dayanmıştır. Vekâlet ücreti hukuki yardım alanla avukat arasındaki vekâlet ücretine ilişkin sözleşmede aksi kararlaştırılmadığı sürece avukata ait olduğundan beraat ettiği davada başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi başvurucunun maddi zararının karşılandığı anlamına gelmeyebilir. Bu noktada derece mahkemesinin başvurucu ile avukatı arasındaki vekâlet sözleşmesinde başvurucu ve avukatının ücreti kararlaştırırken maktu vekâlet ücretini avukatlık ücretine dâhil edip etmediklerini araştırması gerekir. Öte yandan bu maktu vekâlet ücretinin başvurucuya ödendiği kabul edilse bile bu miktarı aşan kısmın neden maddi zarar kapsamında değerlendirilmeyeceği, haksız gözaltı tedbiriyle arasında illiyet bağı olup olmadığı, illiyet bağı varsa talep edilen bu ücretin gerekli ve makul olup olmadığı kararda açıklanmamıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

B. Özel Hayata Saygı Hakkı ve Haberleşme Hürriyetiyle Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia Yönünden

Somut olayda başvurucu elkoyma tedbirinin kanunda öngörülen şartlara uyulmadan, hukuka aykırı bir şekilde uygulandığı iddiasıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında tazminat davası açmıştır. Ancak yargısal makamların süreçte verdiği kararlara bakıldığında başvurucunun bu talebine ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı görülmüştür. Derece mahkemesi cep telefonlarına el konulması nedeniyle değer kaybından kaynaklı olarak başvurucuya maddi tazminat ödenmesine karar vermiş ise de başvurucunun cep telefonlarına ve bilgisayarlarına el konulmasının kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığıyla ilgili herhangi bir değerlendirme yapmamış, başvurucunun bu esaslı talebiyle ilgili bir karar vermemiştir. Başvurucunun elkoyma tedbirinin hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddiası açısından bir değerlendirme yapılmaması ve bunun bir sonucu olarak söz konusu talep yönünden hüküm kurulmaması başvurucunun iddialarının incelenmesine ve uygun bir telafi şansı sunmaya elverişli olmadığı, temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiğine yönelik şikâyetin etkili bir şekilde incelenmesine imkân sağlamamıştır. Sonuç olarak somut olayın şartlarında özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında oluşan zararlarının tazmini konusunda başvurucuya asgari güvenceleri içerecek şekilde etkili bir hukuk yolu sunulmadığı kanaatine varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

SİYAMİ HIDIROĞLU BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2018/11489)

 

Karar Tarihi: 11/1/2024

R.G. Tarih ve Sayı: 14/3/2024-32489

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Başkanvekili

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Yusuf Enes KAYA

Başvurucu

:

Siyami HIDIROĞLU

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; haksız yakalama ve gözaltına alma koruma tedbirlerine karar verilmesi nedeniyle açılan davada hükmedilen tazminatın yetersiz olması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, hukuka aykırı elkoyma kararından dolayı açılan tazminat talebinin incelenmemesi nedeniyle özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 2/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyetler haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, bu şikâyetler yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

4. İkinci Bölüm başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:

6. Olay tarihinde BOTAŞ (Boru Hatları ile Petrol Taşıma Anonim Şirketi) proje müdür vekili ve ihale komisyonu üyesi olan başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatılmıştır. Başvurucunun suç işlemek amacıyla kurulan bir örgütle iş birliği içinde olan firmalar tarafından verilen ihale fiyat tekliflerinin muhammen bedellerin çok üzerinde olduğunu bilmesine rağmen ihale sonrasında hazırlanan yeni muayyen bedel raporları doğrultusunda ihalelerin onaylanmasını sağladığı, bu konuda adli ve idari mercileri harekete geçirmediği ileri sürülmüştür.

7. Başsavcılığın talimatıyla yakalanması istenen başvurucunun ikamet adresi bilinmediğinden aynı soruşturma kapsamında daha önce yakalanan ve başvurucuyu tanıyan şüpheli üzerinden başvurucu telefonla aranmış, hakkında yakalama talimatı olduğu söylenerek başvurucudan teslim olması istenmiştir. Başvurucu, gelip teslim olmuştur. Başvurucu 19/10/2007 ile 22/10/2007 tarihleri arasında gözaltında kalmıştır.

8. Soruşturma kapsamında Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 19/10/2007 tarihinde verilen arama ve elkoyma kararı doğrultusunda başvurucunun ev ve işyerindeki bilgisayarlarına, ayrıca yakalandığı tarihte yapılan üst aramasında da iki cep telefonuna ve telefonların içindeki SIM kartlara el konulmuştur.

9. Başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına ihaleye fesat karıştırma suçundan kamu davası açılmıştır.

10. Yapılan yargılama sonucunda telefon tape içerikleri dikkate alınarak başvurucunun ihaleye ne şekilde fesat karıştırdığına ilişkin yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gerekçesiyle 22/11/2013 tarihinde beraatine karar verilmiştir. Beraat kararı 29/11/2013 tarihinde kesinleşmiştir. El konulan telefonlar ve bilgisayarlar başvurucuya iade edilmiştir.

11. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu, tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde yakalama, gözaltı ve elkoyma kararlarının hukuka aykırı olduğunu, evinde ve işyerindeki bilgisayara el konulduğunu, kopya çıkarılmakla yetinilmek yerine kanuna aykırı olarak elkoymanın tercih edildiğini, elkoyma işlemi sırasında kolluk görevlilerinin nezaret etmesi nedeniyle komşuları ve iş arkadaşları nezdinde rencide edildiğini, elkoyma tedbirinin soruşturmaya hiçbir katkısının olmadığını, bilgisayarına ve telefonuna el konulmak suretiyle özel hayatına ilişkin bilgilerin öğrenildiğini, özel hayatının alenileştiğini, soruşturma sırasında telefon tapelerine de yer verildiğini, bu nedenle telefonla görüşme yapmaktan çekinir hâle geldiğini, haberleşme özgürlüğünün etkilendiğini ileri sürmüştür. Ayrıca soruşturma, kovuşturma sürecinde yazılı ve görsel medyada ismi ile görüntülerinin yayımlandığını, bu yayınlar nedeniyle sosyal yaşantısının önemli ölçüde etkilendiğini, yargılandığı bu dava dolayısıyla evliliğinin ve kariyerinin bittiğini belirtmiş; bu süreçte yaşadıklarından ötürü 300.000 TL manevi tazminat talep etmiştir.

12. Maddi tazminat açısından ise başvurucu; yargılandığı davada avukatına 13.570 TL vekâlet ücreti ödediğini, el konulan iki telefonunun adli emanette tutulması nedeniyle ekonomik değerini kaybettiğini, bu kaybının 450 TL olduğunu, telefonlarına takılı hatların kapanmaması için toplam 1.260 TL ödediğini, tüm bu ödemelerin de maddi tazminata dâhil edilmesi gerektiğini belirtmiştir.

13. Tazminat davasını inceleyen Mahkeme, bilirkişi raporu aldırılmasına karar vermiştir. Bilirkişi raporunda; başvurucunun yargılandığı davada 13.570 TL vekâlet ücreti ödediği, bu miktarın maddi tazminat kapsamında olduğu, başvurucunun el konulan cep telefonlarını kullanamamasından kaynaklanan zararının 448,83 TL olduğu, toplam 14.018,83 TL'nin başvurucuya ödenmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu rapora göre telefonlara takılan hatların kapanmaması için ödenen faturalar ise bu hatların kontörlü hatta çevrilip açık kalmasının sağlanabileceği ve kullanılmaya devam edilebileceği gerekçesiyle tazminat hesabına dâhil edilmemiştir.

14. Tazminat talebini inceleyen Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi 26/3/2015 tarihinde başvurucuya haksız gözaltı ve elkoyma nedeniyle 448,83TL maddi, haksız gözaltı nedeniyle 1.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...Ankara (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesine açılan kamu davası sonucunda 22.11.2013 tarihinde verilen 2008/113 Esas, 2013/157 sayılı beraat kararının 29.11.2013 tarihinde kesinleştiği ... kendilerini müdafii ile temsil ettiren ve haklarında beraat kararı verilen sanıklar için 2.640 TL vekalet ücretinin hazineden alınarak her bir beraat eden sanığa verilmesine karar verildiği anlaşılmış; davacının (sanığın) soruşturma aşamasında 19/10/2007 (saat 06.30) - 22/10/2007 (saat 05.41) tarihleri arasında gözlem altında kaldığı, 2 adet cep telefonuna el konulması nedeniyle bilirkişi raporuna göre uğradığı maddi zararın 448,83 TL olduğu, ceza dosyasında avukat tutarak ücret ödemesine ilişkin serbest meslek makbuzunun ve banka dekontunun karar tarihinden sonrasında düzenlendikleri nazara alınarak maddi tazminat miktarına dahil edilmemesi gerektiğinden; davacının haksız göz altı ve el koyma nedeniyle maddi tazminat talebinin 448,83 TL'lik kısmının kabulü ile gözlem altında kaldığı süre, sosyal ve ekonomik durumu, manevi zararının boyutu ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, manevi tazminat talebinin 1.000 TL'lik kısmının kabulü ile gözlem altına alındığı 19/10/2007 tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesine karar... [verilmiştir.]"

15. Başvurucu, bu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde maddi zararına ilişkin taleplerinden sadece birinin kabul edildiğini, avukatına vekâlet ücreti ödediğinin sabit olduğunu, böyle bir ödeme yapmadığı düşünülüyorsa bunun araştırılması gerektiğini, hiçbir araştırma yapılmadan talebinin reddedilmesinin hukuka aykırı olduğunu, el konulan telefonlar ve SIM kartlar nedeniyle maddi kayba uğramaması için lüzumlu tedbirlerin alınması gerektiğini, bilirkişi raporundaki tespitlerin hatalı olduğunu, olayın oluş biçimi, üzerine atılı suçun niteliği, sosyal ve ekonomik durumu, koruma tedbirlerinin üzerinde bıraktığı etkiler açısından hükmedilen manevi tazminatın oldukça yetersiz olduğunu, yakalamanın, gözaltında kalmanın, medya ve diğer iletişim araçlarıyla lekelenmenin, arama, elkoyma gibi tedbirlere muhatap olmasının karşılığının böyle bir miktar olamayacağını ileri sürmüştür.

16. Yargıtay 12. Ceza Dairesi 27/11/2017 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Nesnel bir ölçüt olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre ve benzeri hususlar ile tazminat davasının kesinleşeceği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer dikkate alınıp, hak ve nesafet ilkelerine uygun makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, davacı lehine belirlenen ölçütlere uymayacak miktarda fazla manevi tazminata hükmolunması, temyiz edenin sıfatına göre bozma nedeni yapılmamıştır.

Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacının tazminat miktarına ve sair nedenlere ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle hükmün, isteme uygun olarak onanmasına... [karar verildi.]"

17. Başvurucu 2/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. İlgili Mevzuat

18. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma" kenar başlıklı 134. maddesi şöyledir:

"(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması halinde, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine karar verilir. (Ek üç cümle: 25/7/2018-7145/16 md.) Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kararlar yirmi dört saat içinde hâkim onayına sunulur. Hâkim kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde çıkarılan kopyalar ve çözümü yapılan metinler derhâl imha edilir.

 (2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması ya da işlemin uzun sürecek olması halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç ve gereçlere el konulabilir Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların alınması halinde, el konulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.

 (3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki bütün verilerin yedeklemesi yapılır.

 (4) Üçüncü fıkraya göre alınan yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.

 (5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kâğıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır."

19. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

...

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

...

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

...

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler."

B. Yargıtay Kararları

20. Yargıtay 12. Ceza Dairesi koruma tedbiri nedeniyle açılan tazminat davalarında manevi tazminatın tespitinde davacının sosyal ve ekonomik durumunun, üzerine atılı suçun niteliğinin, koruma tedbirine neden olan olayın oluş biçiminin, uygulanan koruma tedbirinin süresinin ve benzeri hususlar ile tazminat davasının kesinleşeceği tarihe kadar yasal faizi ile birlikte kişinin elde edeceği parasal değerin dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir (birçok karar arasından bkz. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin13/6/2016 tarihli ve E.2016/5161, K. 2016/9967; 25/4/2017 tarihli ve 2016/1098, K.2017/3361; 18/6/2018 tarihli ve E.2018/2302, K. 2018/6813; 8/4/2019 tarihli ve E.2019/1577, K.2019/4696; 21/12/2020 tarihli ve E.2019/13621 K.2020/7321; 31/5/2021 tarihli ve E.2019/10926 K.2021/4357; 5/12/2022 tarihli ve E.2022/7730, K.2022/9466 sayılı kararları).

21. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21/3/2019 tarihli ve E.2017/12-770,K.2019/232 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Maddi tazminat ile davacının malvarlığında meydana gelen somut bir azalma ya da kazanç kaybı, ödediği avukatlık ücreti gibi masrafların karşılanması amaçlanırken, manevi tazminat kişinin sosyal çevresinde itibarının sarsılması, özgürlüğünden mahrum kalması nedeniyle duyduğu elem, keder, ızdırap ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacına yöneliktir. Bu aşamada uyuşmazlık konusuyla ilgisi nedeniyle manevi tazminatın belirlenme yöntemi üzerinde de durulması gerekmektedir.

Manevi zararın tümüyle giderilmesi imkânsız ise de, belirlenecek manevi tazminat kişinin acı ve ızdıraplarının dindirilmesinde, sıkıntılarının azaltılmasında etken olacaktır. Bu nedenle manevi tazminata hükmedilirken kişinin ceza infaz kurumunda kaldığı süre, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, tutuklamanın şahıs üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler dikkate alınarak, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşır bir miktar olmasına özen gösterilmelidir."

22. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 5/6/2012 tarihli ve E.2011/9804; K.2012/14120 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"5271 sayılı CMK'nın 141/1-j bendinde eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan kişilerin, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilecekleri, aynı Kanunun 142. maddesinde de tazminat ve miktarının hesaplanmasında tazminat hukukunun genel prensiplerinin dikkate alınacağı belirtilmiş, Anayasanın 19/son maddesinde de benzer düzenlemeye yer verilmiştir. 141. maddedeki 'maddi ve manevi zarar' ifadesinden hareketle tazminatı gerektiren her durumda manevi tazminatın da verilmesi gerektiği kabul edilemeyeceği gibi, koşulları oluşmadığı halde malvarlığı değerlerine el konulanın hiçbir şartta manevi tazminat isteyemeyeceğinin kabulü de mümkün olmayıp, manevi tazminat şartları her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmeli, yapılan işlem nedeniyle elem ve acı duyulduğu veya kişilik haklarının zedelendiğinin ispatlanması halinde bu üzüntünün giderilmesi amacıyla manevi tazminata hükmedilmelidir."

23. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 4/7/2013 tarihli ve E.2013/8830, K.2013/18335 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Davacının davasının dayanağını teşkil eden...Cumhuriyet Başsavcılığının... soruşturma sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar ile neticelendirilen hazırlık soruşturması sırasında davacıya ait araca ve araçta bulunan çayasuç konusu olduğu iddiasıyla31/12/2007tarihinde el konulduğu, bilahare 1/2/2008 tarihinde aracın davacıya iade edildiği ve davacı hakkında 10/4/2008 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği, aracın üzerinde bulunan çaylarla ilgili soruşturmanın sürdürülerek çayın sahipleri olan ... ve ...hakkında müsadere talebiyle ... Asliye Ceza Mahkemesine ceza davasının açıldığı, davacının el konulan aracıyla suç konusu olduğu iddia edilen çaylar arasındaki hukuki bağın bu suretle ilişkilendirilemediği, davacının haksız yere el konulan aracıyla ilgili tazminat davası açabileceği ve CMK'nın 141/1-j maddesindeki tazminatın yasal şartların oluştuğukabul edildiğinden tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemiştir."

24. Yine Yargıtayın anılan Dairesinin 23/9/2013 tarihli ve E.2013/14435, K.2013/21106 sayılı kararı şöyledir:

"Davacıların yargılandığı .... Asliye Ceza Mahkemesinde müdafiliklerini yapan ... tarafından, elkonulan ... plakalı aracın kasko değerinin yarısı olan 36.000 TL teminatın 29/9/2005 tarihinde yatırılması üzerine aracın iadesinin sağlandığı ve bu teminatın aynı şekilde Av. .... tarafından 10/11/2010 tarihinde iade alındığı anlaşılmakla, tazminat istemine dayanak 5271 sayılı [Kanun'un] 141/1-j maddesinde 'eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veyazamanındageriverilmeyenkişilerinmaddîvemanevîhertürlüzararlarınıDevletten isteyebilecekleri' hükmü dikkate alındığında, davacılar hakkında .... Asliye Ceza Mahkemesinin ... ceza dava dosyasında yapılan yargılama sonunda sanıkların (davacıların) beraatine hükmedilerek elkonulan araç ve teminatın iadesine karar verildiği ve temyiz üzerine hükmün Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 28/6/2010 tarihli ilamı ile onanarak kesinleşme tarihine kadar, elkonulan ... plakalı aracın iadesi için 29/9/2005 tarihinde yatırılan ve 10/11/2010 tarihinde sanıkların (davacılar) müdafileri aracılığı ile geri alınan 36.000 TL teminat bedelinin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede iadesinin sağlanamamış olması karşısında, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat verilmesine ilişkin 5271 sayılı Kanun'un 141/1-j ve devamı maddelerinde belirtilen koşulların davacılar yönünden gerçekleştiğinin kabulü gerektiği, bu nedenle bu yöne ilişkin olarak uğranıldığı iddia edilen maddi zararla ilgili olarak, teminatın davacılardan hangisinin nam ve hesabına yatırılıp (ödendiği) ve iade alındığı tespit edilerek bu kişiye (davacıya) teminatın yatırıldığı tarihten iade edildiği (geri ödendiği) tarihe kadar sadece işlemiş olan yasal faizin ödenmesine karar verilmesi yerine, yazılı gerekçe ile davanın yatırılan teminata ilişkin olarak talep edilen yasal faiz bedeli yönünden de reddine karar verilmesi Kanun'a aykırı olup, .. hükmün ... bozulmasına ... karar verildi."

25. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 9/4/2018 tarihli ve E.2017/10055, K.2018/4118 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"5271 sayılı CMK'nun taşınmazlara, hak ve alacaklara el konulmasını düzenleyen 128. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen el koyma kararlarının sicile şerh verilmek suretiyle icra olunacağı hükme bağlanmış olup, ulaşım araçlarına fiilen el konulacağına yani alıkoymaya ilişkin ise herhangi bir atıf yapılmamış olmakla birlikte 5607 sayılı Kanun kapsamında kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında alıkoymaya ilişkin bir takım istisnalar bulunmaktadır. Adli olaylarda mülkiyet hakkına müdahale edilirken Anayasa'nın 35. maddesi başta olmak üzere yukarıda zikredilen kanun maddeleri de gözönünde bulundurularak orantılı bir karara varılması elzemdir. AİHM bu kapsamda el koyma ile kanuna aykırı eylem arasındaki illiyet bağının kamu makamlarınca makul bir şekilde değerlendirilmesini de başka bir güvence ölçütü olarak kabul etmektedir. El koyma ve müsaderenin muhakkak uygulanması gerektiği kabul edildiği takdirde özellikle iyiniyetli üçüncü kişiler yönünden eşyanın belirli koşullar dahilinde iadesi veya bu mümkün olamıyorsa eşya sahibinin zararının tazmini gerektiği hususu da kararlarda sıkça zikredilmektedir. Müsadere veya geçici el koyma yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelerin bireyin menfaatleri ile kamunun yararı arasında olması gereken adil dengeyi bozmaması için öncelikle suça konu eşyanın malikinin davranışı ile suç arasında uygun bir illiyet bağının olması, iyi niyetli eşya malikine eşyanın iade edilmesi veya iyi niyetli malikin bu nedenle oluşan zararının tazmin edilmesi gerekmektedir Somut olayda, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti yapma ve sağlama suçu kapsamında el konulan kamyon iyi niyetli üçüncü kişi konumundaki davacıya ait olduğu anlaşıldıktan sonra dahi el koyma tedbirinin fiili olarak uygulanmasına devam edilmiştir. El konulan aracın fiilen alıkonulması yerine trafik siciline şerh konulmasının niçin yetersiz kaldığı, 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca kara, deniz ve hava ulaşım araçları hakkında verilen el koyma kararlarının sicile şerh verilmek suretiyle icra olunacağı düzenlendiği halde, hangi gerekçe ile araca fiilen el konulduğu mahkeme kararından anlaşılamamaktadır. Araca el konulmasına neden olan eylemle ilgili olarak davacı hakkında herhangi bir suç isnadında bulunulmamıştır. Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianamede, aracı kullanan davacının kardeşi hakkında cezalandırma talebinde bulunulmuş, mahkeme de davacı, katılan sıfatıyla yargılamaya dahil edilmiş ve yargılama neticesinde davacının kardeşi hakkında mahkumiyetine karar vermiştir. Mahkeme davacıyı somut olay bakımından iyi niyetli üçüncü kişi konumunda olduğunu kabul ederek aracın kendisine iadesine karar vermiştir. Buna rağmen davacının aracının 4 yıl gibi bir süre alıkonularak davacının ticari amaçla taşıma işlerinde kullandığını beyan ettiği aracından elde edeceği gelirden mahrum kalmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin 20/9/2017 tarih ve 2014/14195 başvuru numaralı kararında da belirtiği üzere suçta kullanılan veya suça konu eşyalara el konulması; bu eşyaların yeniden suçta kullanılmalarının önüne geçilmesi, caydırıcılığın sağlanması ve muhtemel bir müsaderenin sonuçsuz kalmasını önlemek gibi amaçlar taşımaktadır. Bununla birlikte kamu makamlarının söz konusu tedbirleri alırken kişilerin mülkiyet haklarının korunmasını da gözetmeleri gerekmektedir. Fiilen el koyma tedbirinin uygulanması, kişilerin geçici süreyle de olsa mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca yol açmaktadır. El konulan aracın müsadere edilemeyeceğinin anlaşılmasına ve davacının aracının sicil kaydına şerh konulmak suretiyle daha az zarara yol açabilecek bir yolun da varlığına rağmen yargılama sonuna kadar kamyona fiilen el konulması şeklindeki müdahalenin 5271 sayılı CMK'nun 128. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olduğu gibi ölçülülük ilkesi ile de bağdaşmadığı anlaşılmaktadır. Tüm bu açıklamalar ışığında, davacının tazminat talebi doğrultusunda zararını karşılayacak uygun bir maddi tazminata karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi... [kanuna aykırıdır.]"

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Anayasa Mahkemesinin 11/1/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

27. Başvurucu, haksız yakalama ve gözaltına alma tedbirleri nedeniyle açtığı tazminat davasında hükmedilen tazminatın yetersiz olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu; tazminat davasında soruşturma ve kovuşturma konusu suç isnadının niteliğinin, soruşturmanın kamunun gündeminde bir dosya olması nedeniyle isminin ve fotoğraflarının medyada yer almasının, iş hayatının, kariyerinin, sosyal hayatının etkilenmesinin, sosyal ve ekonomik durumunun dikkate alınmadığını, maddi ve manevi tazminat miktarlarının keyfî bir şekilde belirlendiğini, temyizde maddi ve manevi zararlarını dile getirmesine rağmen Yargıtayın gerekçesiz şekilde ilk derece mahkemesi kararını onadığını, maddi tazminatla ilgili hiçbir gerekçe ortaya koymadığını ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyetinin Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü ve dokuzuncu fıkraları kapsamındaki kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönünden incelenmesi gerekir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

29. Anayasa Mahkemesinin mevcut içtihadına göre tazminat davasına konu yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirleri uygulandığı tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin dışında ise bu tedbirlerin hukukiliğinin incelenmesi mümkün olmadığından anılan tedbir dolayısıyla açılan tazminat davalarının da incelenmesi mümkün değildir. Bu bağlamda 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunun Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurularda zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra tüketilmiş olmasının bir önemi bulunmamaktadır(Aziz Yıldırım (4), B. No: 2014/4476, 16/4/2015, § 34; Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 46).

30. Ancak zaman içinde bu yöntemin bazı mahzurlarının ortaya çıkması karşısında içtihadın geliştirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Öncelikle bu içtihat sadece kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile sınırlı olarak uygulanmıştır. Diğer haklara müdahale eden koruma tedbirleri, işlemler veya eylemler nedeniyle açılan tazminat davalarında tazminata konu tedbir, işlem veya eylem Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin dışında olsa bile bu durum, tazminat davasının tüketilmesi üzerine yapılan başvurunun zaman bakımından yetkisizlikle neticelenmesi sonucunu ortaya çıkarmamaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile ilgili mevcut içtihadın Anayasa Mahkemesinin diğer haklarla ilgili verdiği kararlardaki içtihatla uyumluluk arz etmediği görülmektedir. Bu bağlamda içtihadın Anayasa Mahkemesinin bu konudaki genel yaklaşımıyla uyumlu hâle getirilmesi için koruma tedbiri nedeniyle açılan tazminat davasında tazminat davasına konu tedbir zaman bakımından yetkiden önce uygulansa bile bu yol tüketildikten sonra yapılan başvurularda zaman bakımından yetkisizlik kararı verilmemesi gerektiği değerlendirilmiştir.

31. Somut olayda başvurucu tazminat yolunu Anayasa Mahkemesinin zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihten sonra tükettiği için zaman bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmemesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle diğer kabul edilemezlik kriterleri yönünden bir değerlendirme yapılması gerekir.

32. Somut olayda başvurucu, yargılandığı davada beraat etmesi nedeniyle haksız gözaltına alındığını ileri sürerek tazminat davası açmıştır. Dolayısıyla başvurucunun gözaltının hukuka aykırılığı bakımından başvuru yollarını tükettiğinin kabul edilmesi gerekir. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

33. Anayasa Mahkemesi Gülseren Çıtak ([GK], B. No: 2020/1554, 27/4/2023) kararında haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlerin 5271 saylı Kanun’un 141. maddesinde öngörülen tazminat yolunu tükettikten sonra yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuki olmadığı ve ödenen tazminatın yetersiz olduğu iddiasıyla yaptıkları bireysel başvurularda başvuru yollarının tüketilmiş kabul edilebilmesi için yalnızca 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında bir tazminat davasının açılmasının yeterli olacağı sonucuna varmıştır. Zira bu hükümle yakalama, gözaltı ve tutuklamanın daha sonra verilen kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararıyla hukuka aykırı hâle geldiğinin kabul edildiği, dolayısıyla Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan tazminat davalarının Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olduğu değerlendirilmiştir. Bu çerçevede bu bent kapsamında açılan davalarda hukuka aykırılık kanun gereğince kabul edildiğinden ağır ceza mahkemesince bu bende dayanılarak tazminat ödenmesi durumunda Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında yapılacak inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır (Gülseren Çıtak, §§ 36-39).

34. Derece mahkemelerinin tazminat için somut olayın şartlarına göre takdir yetkisi bulunmakla birlikte meydana gelen ihlalle orantılı olmayan önemsiz miktarda bir tazminat Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasına aykırı olacaktır. Öte yandan tazminat miktarı Anayasa Mahkemesinin benzer davalarda verdiği tazminat miktarına göre kayda değer ölçüde düşük olmamalıdır. Bununla birlikte hükmedilen miktarın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarından düşük olması tek başına Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiği anlamına gelmez. Tazminatın Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasıyla uyumlu olup olmadığı değerlendirilirken somut olayın kendine özgü şartlarının dikkate alınması gerekir (M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, § 48).

35. Bunun yanında manevi tazminat miktarının yeterli olup olmadığı belirlenirken tazminata karar veren derece mahkemesinin karar tarihinde Anayasa Mahkemesinin benzer başvurular üzerine verdiği veya verebileceği tazminat miktarına göre bir karşılaştırma yapılacaktır. Anayasa Mahkemesince yakalama, gözaltı veya tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle manevi tazminata hükmedilirken Yargıtay kararlarında da (bkz. §§ 20, 21) belirtildiği üzere kişinin sosyal ve ekonomik durumu, mesleki ve toplumsal konumu, üzerine atılı suçun niteliği, koruma tedbirine neden olan olayın oluş biçimi, tedbirin kişinin üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler ve tedbirin süresi, tedbir nedeniyle meydana gelen ihlalin ağırlığı dikkate alınmaktadır.

36. Bu kriterler ışığında somut olaya bakıldığında başvurucunun beraat ettikten sonra 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açtığı tazminat davasında başvurucuya haksız gözaltına alma tedbiri nedeniyle 1.000 TL tazminat ödendiği görülmüştür. Dolayısıyla yapılacak inceleme, bu miktarın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarına nazaran yeterli olup olmadığının belirlenmesiyle sınırlı olacaktır. Hükmedilen miktar, somut olayın şartlarında ve manevi tazminatın belirlenmesine ilişkin yukarıda belirtilen kriterler çerçevesinde değerlendirildiğinde -tazminata karar veren ilk derece mahkemesinin karar tarihi itibarıyla- Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verebileceği tazminat miktarına göre yeterli kabul edilebilecektir (Anayasa Mahkemesinin gözaltının hukukiliği ile ilgili iddialarda bir günlük gözaltı süresi için hükmettiği tazminat miktarı derece mahkemesinin karar tarihi olan 2015 yılı için asgari 270 TL'dir.).

37. Öte yandan maddi tazminat miktarının yeterli olup olmadığının da incelenmesi gerekir.Başvurucu, beraat ettiği davada avukatına ödediği vekâlet ücretinin maddi tazminat kapsamında karşılanması gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun beraat ettiği davada avukatına verdiği vekâlet ücretinin maddi tazminat kapsamında kendisine ödenmesi gerektiği yönündeki talebi, bu vekâlet ücretine ilişkin serbest meslek makbuzunun ve banka dekontunun karar tarihinden sonra düzenlendiği, ayrıca başvurucuya 2.640 TL maktu vekâlet ücreti ödendiği gerekçesiyle reddedilmiştir.

38. Başvurucunun beraat ettiği davada avukatla temsil edildiği açıktır. 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 164. maddesinde avukatlık asgari ücret tarifesi altında vekâlet ücreti kararlaştırılamayacağı, ücretsiz dava alınması hâlinde durumun baro yönetim kuruluna bildirileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla avukatlık ücretinin ödenmesinin kural olduğu, istisna olarak bunun ücretsiz olabileceği ve bu durumun da baroya bildirilmesi gerektiği görülmektedir. Nitekim başvurucu, beraat ettiği davada avukatına ücret ödediğini söylemiş; ödediği vekâlet ücretine ilişkin serbest meslek makbuzu ve banka dekontunu Mahkemeye sunmuştur. Mahkeme maddi tazminat talebini başvurucunun tazminat talep etme hakkının bulunmadığı temelinde reddetmemiştir. Derece mahkemesi, tazminat talebini reddederken sadece bu dekontun ve serbest meslek makbuzunun karar tarihinden sonra düzenlendiğini belirtmekle yetinmiştir. 5271 sayılı Kanun'un 142. maddesinin (6) numaralı fıkrasında tazminat talebi ile ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkemenin gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkili olduğu belirtilmesine rağmen bu vekâlet ücretinin başvurucu tarafından gerçekten ödenip ödenmediği, vekâlet ücretinin ödendiği iddia edilen avukatın bu ücreti alıp almadığı, bu dekontun ve serbest meslek makbuzunun sahte veya usulüne aykırı düzenlenip düzenlenmediğiyle ilgili bir araştırma yapılmamıştır.

39. Mahkeme ayrıca beraat kararı ile birlikte başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedildiği gerekçesine dayanmıştır. 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin beşinci fıkrasının birinci cümlesinde, dava sonunda kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğu belirtilmektedir. Anayasa Mahkemesinin anılan hükmün iptali talebiyle açılan davada verdiği 10/4/2019 tarihli ve E.2017/154, K.2019/18 sayılı kararında da ifade ettiği üzere anılan hüküm emredici değil tamamlayıcı nitelikte bir hukuk kuralı olduğundan kişilerin özgür iradeleriyle düzenleyecekleri avukatlık sözleşmelerinde ücreti kararlaştırırken dava sonunda karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukatlık ücretine dâhil edilip edilmeyeceği hususunu gözeterek düzenleme yapmaları mümkündür (AYM, E.2017/154, K.2019/18, 10/4/2019, § 16). Diğer bir deyişle bu vekâlet ücreti hukuki yardım alanla avukat arasındaki vekâlet ücretine ilişkin sözleşmede aksi kararlaştırılmadığı sürece avukata aittir. Dolayısıyla beraat ettiği davada başvurucu lehine maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi başvurucunun maddi zararının karşılandığı anlamına gelmeyebilir. Bu noktada derece mahkemesinin başvurucu ile avukatı arasındaki vekâlet sözleşmesinde başvurucu ve avukatının ücreti kararlaştırırken maktu vekâlet ücretini avukatlık ücretine dâhil edip etmediklerini araştırması gerekir. Öte yandan bu maktu vekâlet ücretinin başvurucuya ödendiği kabul edilse bile bu miktarı aşan kısmın neden maddi zarar kapsamında değerlendirilmeyeceği, haksız gözaltı tedbiriyle arasında illiyet bağı olup olmadığı, illiyet bağı varsa talep edilen bu ücretin gerekli ve makul olup olmadığı kararda açıklanmamıştır.

40. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Özel Hayata Saygı Hakkı ve Haberleşme Hürriyetiyle Bağlantılı Olarak Etkili Başvuru Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

41. Başvurucu; soruşturma kapsamında verilen arama kararı doğrultusunda bilgisayarlarına ve cep telefonlarına el konularak özel hayatı ile mahremiyetinin ihlal edildiğini, bilgisayarlarına 5271 sayılı Kanun'un 134. maddesine aykırı olarak el konulduğunu, Kanun'a göre kopya alınmasıyla yetinilmesi gerekirken elkoyma kararı verilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirterek özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucu ayrıca bu kapsamdaki tazminat talebinin incelenmemesi nedeniyle zararlarının tazmin edilemediğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

42. Başvurucunun elkoyma işleminden kaynaklanan, özel hayata saygı hakkının ve haberleşme hürriyetinin ihlal edilmesi suretiyle oluşan zararlarının tazmin edilmesi talebiyle açtığı davanın etkili bir çözüm imkânı sunmadığına ilişkin şikâyetleri, Anayasa'nın 20. ve 22. maddesiyle bağlantılı olarak Anayasa'nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkı kapsamında değerlendirilmiştir. Etkili başvuru hakkı bakımından yapılacak incelemenin sonucuna göre bu aşamada özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bakımından ayrıca bir inceleme yapılmayacaktır (aynı yöndeki değerlendirmeler için bkz. Murat Haliç, B. No: 2017/24356, 8/7/2020, § 40; İlhan Gökhan, B. No: 2017/27957, 9/9/2020, § 40).

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti ile bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

44. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (j) bendinde, eşyasına veya diğer mal varlığı değerlerine şartları oluşmadığı hâlde el konulan veya bunların korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer mal varlığı değerleri amaç dışı kullanılan ya da zamanında geri verilmeyen kişilere tazminat talebinde bulunabilme imkânı tanınmaktadır.

45. Anayasa Mahkemesi ceza soruşturması veya kovuşturması sırasında yargı organlarınca şüphelilerin eşyasına ya da mal varlığı değerlerine ilişkin olarak elkoyma tedbirinin uygulandığı durumlarda bunun hukuka aykırı olduğu iddialarına ilişkin olarak bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla asıl dava sonuçlanmamış da olsa -ilgili Yargıtay içtihatlarına atıf yaparak- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde öngörülen tazminat davası açma imkânının tüketilmesi gereken etkili bir hukuk yolu olduğu sonucuna varmıştır (Nuray Işık, B. No: 2014/7561, 28/9/2016,§§ 60-67; Sinan Aydın Aygün (2), B. No: 2014/922, 16/6/2016, §§ 61-69, Yargıtay kararları için bkz. §§ 22-25).

46. 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinde düzenlenen bu yol, bir yandan başvurucunun maruz kaldığı elkoyma işleminin hukuka aykırılığının tespitini, diğer yandan da uğradığı zararın tazmini imkânını sağlamaktadır. Bu nedenle 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi ile öngörülen hukuk yolu başvurucunun şikâyetleri açısından erişilebilir ve elverişli bir çözüm imkânı ve makul ölçüde bir başarı imkânı sunmaktadır.

47. Başvurucu da bu kapsamda elkoyma tedbirinin kanunda öngörülen şartlara uyulmadan, hukuka aykırı bir şekilde uygulandığı iddiasıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesi kapsamında tazminat davası açmıştır. Ancak yargısal makamların süreçte verdiği kararlara bakıldığında başvurucunun bu talebine ilişkin bir değerlendirme yapılmadığı görülmüştür. Derece mahkemesi cep telefonlarına el konulması nedeniyle değer kaybından kaynaklı olarak başvurucuya maddi tazminat ödenmesine karar vermiş ise de başvurucunun cep telefonlarına ve bilgisayarlarına el konulmasının kanunda öngörülen şartlara uygun olup olmadığıyla ilgili herhangi bir değerlendirme yapmamış, başvurucunun bu esaslı talebiyle ilgili bir karar vermemiştir. Başvurucunun elkoyma tedbirinin hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddiası açısından bir değerlendirme yapılmamasının ve bunun bir sonucu olarak söz konusu talep yönünden hüküm kurulmamasının başvurucunun iddialarının incelenmesine ve uygun bir telafi şansı sunmaya elverişli olmadığı, temel hak ve hürriyetlerin ihlal edildiğine yönelik şikâyetin etkili bir şekilde incelenmesine imkân sağlamadığı açıktır. Neticede somut olayın şartlarında özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyeti bağlamında oluşan zararlarının tazmini konusunda başvurucuya asgari güvenceleri içerecek şekilde etkili bir hukuk yolu sunulmadığı sonucuna varılmıştır.

48. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. ve 22. maddeleriyle bağlantılı olarak 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

VI. GİDERİM

49. Başvurucu, yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesini ve tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

50. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

51. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Yakalama ve gözaltına alma tedbirlerinin hukuka aykırı olmasından dolayı hükmedilen tazminatın yetersizliği nedeniyle Anayasa'nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 20. ve 22. maddelerinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkı ve haberleşme hürriyetiyle bağlantılı olarak Anayasa’nın 40. maddesinde güvence altına alınan etkili başvuru hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2014/115, K.2015/75) GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,

E. 294,70 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 11/1/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.