Boşanma davaları, aile hukukunun temel konularından biri olup, toplumsal cinsiyet eşitliğinin hukuk sistemi içerisindeki yansımasını görme imkanı sunar. Türkiye’de boşanma davalarında kadın ve erkek arasındaki hukuki eşitlik, hem mevzuat hem de uygulama açısından farklı yönlerden değerlendirilebilir. Bu makalede, Türk Medeni Kanunu’nda yer alan boşanma hükümleri ile uygulamadaki sorunlar, toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden ele alınacaktır.
1. Türk Hukukunda Boşanma Hükümleri
Türk Medeni Kanunu’na göre boşanma nedenleri genel ve özel olarak ikiye ayrılmaktadır. Genel nedenler şiddetli geçimsizlik (TMK madde 166) başlığı altında düzenlenirken, özel nedenler arasında zina, hayata kast, pek kötü muamele, suç işleme veya haysiyetsiz hayat sürme, terk ve akıl hastalığı yer alır.
Kanunda kadın ve erkek arasında bir ayrım yapılmaksızın tarafların eşit haklara sahip olduğu görülmektedir. Boşanma talebini hem kadın hem de erkek eşit şartlarda ileri sürebilir ve dava açabilir. Ancak bu hukuki eşitlik, uygulamadaki toplumsal ve kültürel engeller nedeniyle her zaman pratikte sağlanamayabilir.
Nafaka ve Tazminat Kararlarında Eşitlik Sorunu
Boşanma davalarında en çok tartışılan konulardan biri nafaka ve tazminat kararlarıdır. Mevzuata göre, ekonomik açıdan zayıf olan eşe, diğer eş tarafından yoksulluk nafakası bağlanabilir. Ancak uygulamada, bu genellikle kadın lehine verilen bir karar olarak öne çıkmaktadır. Bunun temelinde, kadınların iş gücüne katılım oranının düşük olması ve geleneksel cinsiyet rollerinin etkisi bulunmaktadır.
1. Nafaka Kararları
Nafaka; boşanma davası sürecinde veya sonrasında ekonomik açıdan zayıf olan eşin, diğer eşten mali destek almasını sağlayan bir hukuki mekanizmadır. Türkiye’de nafaka türleri şu şekilde sınıflandırılır:
- Tedbir Nafakası: Boşanma davası devam ederken, eşlerden birinin ekonomik mağduriyetini önlemek için bağlanır.
- Yoksulluk Nafakası: Boşanma sonrası, yoksulluğa düşecek tarafa bağlanır.
- İştirak Nafakası: Çocuğun bakım ve eğitim masrafları için, genellikle velayeti almayan eş tarafından ödenir.
- Yardım Nafakası: Eşlerden biri zor durumda kalmışsa, diğer eşin yardım etmesini sağlar.
Türk Medeni Kanunu’na (TMK) göre nafaka kararlarında cinsiyet ayrımı yapılmamaktadır. Kanunun 175. maddesi, boşanma nedeniyle yoksulluğa düşecek eşin, kusuru daha ağır olmamak kaydıyla nafaka talep edebileceğini belirtir. Ancak uygulamada nafakanın büyük oranda kadınlara bağlandığı gözlemlenmektedir.
Uygulamadaki Sorunlar ve Eşitlik Tartışmaları
1. Kadın Lehine Kararların Yoğunluğu
Kadınlar, boşanma sonrasında genellikle iş gücüne katılımda dezavantajlı bir konumda olduklarından nafaka kararlarında daha fazla desteklenmektedir. Erkekler ise nafaka ödeme yükümlülüğü altına girerken, kendi ekonomik durumlarının yeterince dikkate alınmadığını savunmaktadır.
2. Süresiz Nafaka Tartışması
Türkiye’de, yoksulluk nafakasının süresiz olarak bağlanabilmesi, nafaka yükümlüsü açısından yoğun eleştirilere neden olmaktadır. Özellikle nafaka alan tarafın çalışabilir durumda olması veya yeniden evlenmemesi durumunda, nafaka yükümlüsü eşler bu durumu haksızlık olarak değerlendirebilmektedir.
3. Ekonomik Eşitsizliklerin Yansıması
Kadınların iş gücüne katılım oranlarının düşük olması ve boşanma sonrası ekonomik bağımsızlıklarını kazanma süreçlerinin zor olması, nafaka sisteminin kadın lehine işlediği algısını güçlendirmektedir. Erkeklerin daha yüksek kazanca sahip olduğu varsayımı ise nafaka miktarlarının genellikle erkekler aleyhine belirlenmesine neden olmaktadır.
2. Tazminat Kararları
Boşanma davalarında tazminat talepleri iki şekilde ortaya çıkar:
- Maddi Tazminat: Boşanma nedeniyle taraflardan birinin malvarlığında meydana gelen zararları karşılamayı amaçlar.
- Manevi Tazminat: Boşanma sürecinde taraflardan birinin kişilik haklarına saldırı veya itibar kaybı gibi durumlarda talep edilir.
Tazminat Konusunda Eşitlik Sorunu
Maddi tazminat taleplerinde, kusurlu olan tarafın, diğer tarafın yaşam standardını koruyacak şekilde bir ödeme yapması gerekmektedir. Ancak ekonomik olarak güçlü olan tarafın genellikle erkek olması, tazminat yükümlülüğünün daha çok erkekler üzerinde yoğunlaşmasına neden olmaktadır. Tazminat taleplerinin değerlendirilmesinde kültürel normlar büyük rol oynar. Erkeklerin "ailenin geçimini sağlayan kişi" rolünde görülmesi, boşanma sonrası mali yükümlülüklerin büyük kısmının erkeklere yüklenmesine neden olmaktadır.
3. Çocuk Velayeti ve Eşitlik
Boşanma davalarında velayet, çocuğun üstün yararı gözetilerek belirlenmektedir. Ancak uygulamada, küçük yaşta çocukların velayetinin büyük ölçüde anneye verilmesi bir norm haline gelmiştir. Babalar genellikle velayet hakkını almakta zorlanmakta, bu da cinsiyet eşitliği açısından eleştirilmektedir. Toplumdaki kadınların daha iyi bir ebeveyn olduğu algısı, erkeklerin ebeveynlik becerilerinin göz ardı edilmesine yol açabilmektedir.
1. Velayet Hakkı Nedir?
Velayet, boşanma veya ayrılık durumunda çocuğun bakım, eğitim, sağlık ve diğer temel ihtiyaçlarını karşılama ve onun menfaatlerini gözetme sorumluluğudur. Türk Medeni Kanunu’na (TMK) göre, velayet hakkı eşlerin evli olduğu sürece ortak olarak kullanılmaktadır. Ancak boşanma durumunda, velayet genellikle eşlerden birine verilir.
Türk hukukunda velayet kararları, çocuğun "üstün yararı" ilkesi doğrultusunda verilir. Bu ilke, çocuğun fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimini en iyi şekilde sağlayacak koşulların sağlanmasını amaçlar. Ancak, uygulamada bu ilkenin kadın ve erkek açısından eşit bir şekilde uygulanması konusunda çeşitli tartışmalar bulunmaktadır.
Velayet kararlarında dikkate alınan faktörler:
- Çocuğun yaşı
- Ebeveynlerin mali ve sosyal durumu
- Ebeveynlerin çocuğa sağlayabileceği yaşam standartları
- Ebeveynlerin çocuğa olan duygusal bağlılığı ve bakım verme kapasitesi
- Çocuğun kendi görüşü (özellikle 8 yaşından büyük çocuklarda dikkate alınır)
3. Uygulamadaki Sorunlar ve Eşitlik Tartışmaları
Uygulamada, özellikle küçük yaşlardaki çocukların velayeti büyük ölçüde anneye verilmektedir. Bu durum, geleneksel olarak annenin "birincil bakım veren" olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır. Ancak bu, babaların velayet hakkına erişiminde eşitsizliğe yol açabilmektedir. Çocuğun bakımını üstlenmeye istekli ve yetenekli birçok baba, bu algı nedeniyle velayet hakkından mahrum kalabilmektedir.
Velayet hakkı bir tarafa verildiğinde, diğer ebeveynle çocuk arasında düzenlenen kişisel ilişki (görüşme hakkı) sınırlı olabilir. Bu durum, ebeveynin çocuklarıyla düzenli bir bağ kurmasını zorlaştırmaktadır. Örneğin, bir babanın yalnızca belirli günlerde ve kısıtlı saatlerde çocuğuyla görüşebilmesi, hem baba-çocuk ilişkisinin gelişimini hem de çocuğun psikolojik sağlığını olumsuz etkileyebilir.
Velayet hakkı genellikle anneye verildiğinde, baba genellikle iştirak nafakası ödemekle yükümlü kılınır. Ancak bu durum, babaların yalnızca ekonomik bir sorumluluk üstlenirken, çocuklarının günlük hayatına dahil olamama şikayetlerini gündeme getirebilir. Anneler ise çocuğun tüm fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamaktan dolayı ek bir yük hissedebilir.
Velayet davalarında, belirli bir yaşın üzerindeki çocukların görüşü alınmaktadır. Ancak, çocuğun ifadelerinin ebeveynlerin manipülasyonuna açık olması, bu sürecin adaletini etkileyebilmektedir. Çocuğun görüşü genellikle velayet hakkının belirlenmesinde önemli bir rol oynasa da, bu görüşün hangi şartlar altında verildiği dikkatlice incelenmelidir.
Türk toplumunda kadınlar genellikle "çocuğun doğal bakıcısı" olarak görülmektedir. Bu algı, velayet davalarında hakimlerin kararlarını etkileyebilmektedir. Babaların ise çoğu zaman ekonomik destek sağlayan taraf olarak görülmesi, onların duygusal ve fiziksel bakımda rol almalarının göz ardı edilmesine neden olabilmektedir.
5. Uluslararası Hukuktaki Yaklaşımlar ve Ortak Velayet
Velayet konusundaki eşitlik sorunları yalnızca Türkiye’ye özgü değildir. Birçok ülkede benzer tartışmalar yaşanmaktadır. Ancak bazı ülkelerde, "ortak velayet" uygulaması öne çıkmaktadır. Ortak velayet, çocuğun her iki ebeveyniyle de eşit düzeyde zaman geçirmesini sağlamak için düzenlenir. Bu yaklaşım, ebeveynler arasındaki eşitsizlik algısını ortadan kaldırmaya yönelik önemli bir adımdır.
Ortak velayet sistemi, her iki ebeveynin de çocuğun hayatında aktif bir rol oynamasını sağlayabilir. Bu model, anne ve babanın eşit şekilde sorumluluk almasını teşvik ederken, çocuğun her iki ebeveyniyle de sağlıklı bir bağ kurmasına olanak tanır.
Sonuç
Türkiye’de boşanma davalarında mevzuat açısından kadın ve erkek arasında eşitlik sağlanmış görünse de, uygulamada toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi bu eşitliğin tam anlamıyla gerçekleşmesini engellemektedir. Hukuki düzenlemelerin etkin uygulanması ve toplumsal algının değiştirilmesi, bu alanda gerçek anlamda eşitliğin sağlanması için gereklidir. Toplumda kadın ve erkek rollerine dair kalıpların kırılması, hem bireysel hakların korunmasını hem de adaletin sağlanmasını kolaylaştıracaktır.
Türkiye’de toplumsal cinsiyet rolleri, boşanma davalarının seyrini önemli ölçüde etkilemektedir. Kadınlar, boşanma sürecinde daha fazla toplumsal baskıya maruz kalabilmekte, ekonomik ve psikolojik açıdan daha fazla zorluk yaşayabilmektedir. Bu nedenle, uygulamada tam bir eşitlikten söz etmek zordur. Erkekler ise, ekonomik yükümlülükler ve velayet gibi konularda dezavantajlı olabilmektedir.
Nafaka ve tazminat kararları, Türkiye’de cinsiyet eşitliği açısından hassas bir konudur. Mevzuatta eşitlik prensibi yer alsa da uygulamada toplumsal algılar ve ekonomik eşitsizlikler, kadın ve erkek arasındaki dengenin tam anlamıyla sağlanmasını zorlaştırmaktadır. Hem kadın hem de erkeklerin haklarını koruyacak şekilde yasal düzenlemelerin yapılması, adaletin tesisi için elzemdir.
Çocuk velayeti, ebeveynler arasındaki eşitlik kadar, çocuğun fiziksel ve duygusal gelişimi açısından da kritik bir konudur. Türkiye’de geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi, velayet kararlarında kadınların lehine bir tablo oluştururken, babalar bu sistemde dezavantajlı bir konumda kalabilmektedir. Çocuğun üstün yararını temel alan, eşitlikçi bir yaklaşımın benimsenmesi, velayet davalarının adaletli bir şekilde sonuçlanmasını sağlayabilir.
Av. Şeyma ERDEM