Sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve sanığın duruşmada hazır bulundurulmasına ilişkin hükümler, CMK m.176 ile m.193 ila 199’da ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bu hükümler bir bütün olarak; sanığın savunma hakkının korunması ve yoklukta yargılamanın önüne geçilmesi amacıyla getirilmiş olmakla birlikte, bir taraftan da yargılamanın sürüncemede kalmamasını sağlamaya yöneliktir. Daha önce kaleme aldığımız yazılarda, bu hükümlerle ilgili ayrıntılı açıklamalar yapılmış idi. Bu yazımızda; kanun yoluna başvuru imkanı olarak kararların sanığa tebliği ile ayrıca sanık hazır bulunmaksızın yapılan celselerde yapılan işlemlerin de sanığa tebliği hakkında uygulama ve görüşlerimize yer verilmiştir.

“Sanık hazır bulunmaksızın yapılan duruşmada eski hale getirme koşulu” başlıklı CMK m.198/1’de; sanık hazır bulunmaksızın yapılan duruşmada verilen karar ve icra edilen işlemler hakkında, sanığın eski hale getirme talebinde bulunabileceği düzenlenmiştir. Hükümde; eski hale getirme talebinin, bu karar ve işlemlerin sanığa tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde sunulabileceği düzenlenmiştir. Görüldüğü üzere; Kanun hükmü, sanığın hazır bulunmadığı duruşmada yapılan işlemlerin ve verilen kararların sanığa tebliğini zorunlu kılmaktadır. Ancak uygulamada; sanığın katılmadığı celsenin tutanaklarının, celsede verilen kararların, yapılan işlemlerin, yeni celse gününün sanıklara tebliğ edilmediği örneklerle sıklıkla karşılaşılmaktadır.

Sanık davayı müdafii ile birlikte takip ediyorsa, mahkemenin celse tutanaklarını sanığa tebliğ etmesi zorunluluğu yoktur. Ayrıca; sanığın duruşmadan bağışık tutulma talebi varsa ve bu talep kabul edilmişse, sanığın katılmadığı celseler yönünden dosyayı takip zorunluluğu vardır ve mahkemenin sanığa tebligat göndermesine lüzum yoktur. CMK m.198/2’de; sanığın isteği üzerine duruşmadan bağışık tutulması veya kendisini müdafi ile temsil ettirme hakkını kullanması durumunda, eski hale getirme hakkından yararlanamayacağı belirtilmiştir.

Yargıtay; davasını müdafi vasıtasıyla takip eden sanığın, hakkında verilen kararın içeriğinden bilgi sahibi olma hakkı olduğunu, müdafiin kusurlu davranışı nedeniyle kanun yoluna başvuru süresini geçirmesi halinde eski hale getirme imkanının sanığa sağlanması gerektiğini belirtmektedir (Örneğin: YCGK, 24.02.2022, 2019/16-573 E., 2022/119 K.; Y.3.CD, 25.09.2023, 2021/19960 E., 2023/6167 K.; Y.10.CD, 22.04.2024, 2022/5951 E., 2024/17807 K.). Bu kararlarda; sanık müdafiine tebligat yapılması durumunda temyiz süresinin bu tebliğden itibaren başlayacağı, sanığa ayrıca tebligat yapılması halinde temyiz süresinin sanık yönünden yeniden işlemeye başlamayacağı kabul edilmekle birlikte, sanık müdafii temyiz yoluna başvuru süresini geçirmişse, sanığa eski hale getirme imkanı sağlanabileceğine işaret etmektedir. Bu konu ile ilgili ayrıntılı açıklamalarımıza, “Kanun Yolları Süresi Ne Zaman İşlemeye Başlar?” ve “İstinafta ve Temyizde Tefhimin ve Tebliğin Sonuçları” başlıklı yazılarımızda yer verilmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 14.09.2021 tarihli, 2021/13-13 E. ve 2021/392 K. sayılı kararında; “Tebligat Kanunu’nun 11. maddesindeki vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağı düzenlemesinin sanığın aleyhine olacak şekilde yorumlanamayacağı, bu bağlamda, müdafi talebi olmadığını beyan eden sanığa da gerekçeli kararın tebliğ edilmesinin gerektiği, yokluğunda verilen hükmün kendisine tebliğ tarihi olan 28.05.2019 tarihinden önce, öğrenmek suretiyle hükmü 27.05.2019 tarihinde temyiz eden sanığın temyiz talebinin süresinde olduğu kabul edilmelidir.” gerekçesine yer verilmiştir. Karara konu olayda; zorunlu müdafi görevden çekilmiş olup, sanığa yeniden müdafi atanmışsa da, bu hususlarda sanığa bildirimde bulunulmamıştır. Ayrıca, sanık müdafii tarafından temyiz yoluna başvurulmamıştır. Kararda; sanığın ve müdafiinin ayrı ayrı kanun yoluna başvurma hakkına sahip oldukları, farklı temyiz nedenleri ve gerekçeleri ile hükmü temyiz etme hak ve yetkilerinin bulunduğu, kanun koyucunun amacının sanığın haklarını korumaya yönelik olduğu vurgulanmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 07.06.2023, 2023/6-100 E. ve 2023/339 K. sayılı kararında ise; “Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüde mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre de yoklukta kurulan hükmün temyiz hakkı olanlara usulüne uygun tebliğ edilmediği hallerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir.” denilmektedir. Karara konu olayda, sanığın müdafii bulunmadığı karar içeriğinden anlaşılmaktadır. Sanığa usule uygun tebligat yapılmamışsa, temyiz süresi işlemeye başlamayacaktır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2021, 2022 ve 2023 kararlarını; sanığın müdafii varsa, hem sanığa ve hem de sanık müdafiine tebligat yapılmışsa veya sanık müdafiine tebligat yapılmakla birlikte ayrıca sanık da öğrenme üzerine kanun yoluna başvurmuşsa, bu durumda temyiz süresinin sanık müdafiine yapılan tebligatla başlayacağı kabul edilmekle birlikte, sanığa eski hale getirme talebi ile birlikte temyiz başvurusu yapma imkanı da tanındığı, sanığın müdafii yoksa veya yargılama sürecinde müdafi talebi olmadığını beyan etmişse veya kendisine zorunlu müdafii atandığından haberdar edilmemişse, tebligatın usule uygun şekilde sanığa yapılması gerektiği ve temyiz süresinin de sanığa yapılan usule uygun tebligatla başlayacağı şeklinde özetleyebiliriz.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.02.2022 tarihli kararında sanığa yapılan tebligatın temyiz süresini yeniden başlatmayacağı sonucuna varılmışsa da, bu karara atıf yapılan Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 20.02.2023 tarihli, 2023/1663 E. ve 2023/686 K. sayılı kararında, “gerekçeli kararın sanığa da tebliğ edilmesi gerektiği, sanığa yapılan tebligat sonucunda sanığın süresinde hükmü temyiz ettiği anlaşılmakla…” denilerek, sanığa yapılan tebligat üzerine sanık tarafından yapılan temyiz başvurusunun süresinde olduğu kabul edilmiştir. Karar içeriğinde; temyize konu kararın sanık müdafiine 03.07.2022 tarihinde, sanığa ise 13.10.2022 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği belirtilmiş olup, karar içeriğinden anlaşıldığı kadarıyla müdafi tarafından temyiz yoluna başvurulmamış ve sanık tarafından da eski hale getirme talep edilmeksizin doğrudan temyiz başvurusu yapılmıştır. Karar bu hali ile her ne kadar YCGK’nın 2022 tarihli kararına atıf yapsa da; sanığa yapılan tebligat üzerine temyiz süresinin işletildiği görüldüğünden, YCGK’nın bu kararında varılan neticeden ayrılmaktadır.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 20.06.2022 tarihli, 2022/13891 E. ve 2022/3692 K. sayılı kararına konu olayda; temyiz edilen karar sadece sanık müdafiine tebliğ edilmiş olup, sanık ise öğrenme üzerine temyiz yoluna başvurmuştur. Daire; sanık müdafiinin süresinden sonra sunduğu temyiz talebini reddederken, müdafie yapılan tebligattan beş ay sonra öğrenme üzerine temyiz yoluna başvuran sanığın temyiz talebinin süresinde olduğunu kabul etmiş ve temyiz talebini esastan incelemiştir. Kararda; sanığın müdafii dışında şahsen de istinaf başvurusu yaptığı ve istinaf başvurusunun neticesinden haberdar edilmeyi talep ettiği de ifade edilmiştir (Benzer karar için bkz. Y.3.CD, 07.11.2022, 2022/31390 E., 2022/7401 K.).

Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin 17.01.2023 tarihli, 2022/5229 E. ve 2023/67 K. sayılı kararında ise; “Yargıtay bozma ilamı üzerine yapılan yargılama neticesinde ... Asliye Ceza Mahkemesinin 14.06.2021 tarihli kararı sanık ve müdafiinin yokluğunda verilip dosya içerisinde mevcut e-tebligat mazbatasına göre, bu karar sanık müdafiine 21.07.2021 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edilmiştir. Sanık ve müdafii tarafından tebliğ edilen karara karşı yasal süresi içerisinde temyiz yoluna başvurulmadığından karar kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesi sonrası sanık tarafından bu karara karşı, 1412 sayılı Kanun'un 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirlenen bir haftalık kanuni süre geçtikten sonra 15.06.2022 tarihinde temyiz isteğinde bulunulmuştur… 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun ‘Vekile ve Kanuni Mümessile Tebligat’ başlıklı 11 ... maddesinin, inceleme konusu ile ilgili olan birinci fıkrası; ‘(1) Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır…’ şeklinde düzenlenmiştir. Belirtilen yasal düzenleme karşısında, UYAP üzerinden yapılan kontrolde karar ve tebligat tarihlerinde cezaevinde olmadığı anlaşılan sanığın müdafiine yapılan tebligatın geçerli olduğu anlaşılmıştır… sanığın eski hale iade ve temyiz isteği yerinde görülmemiştir.” gerekçesiyle, sadece sanık müdafiine tebligat yapıldığı anlaşılan olayda, YCGK’nın 22.02.2022 tarihli kararında belirtilen uygulama benimsenmemiş olup, eski hale iade ve temyiz talebi reddedilmiştir. Kanaatimizce, bu karar isabetli değildir.

Görüldüğü üzere; her ne kadar CMK m.198/2’de sanığın müdafii aracılığıyla temsil edilme yetkisini kullanması halinde eski hale getirme talebinde bulunamayacağı düzenlenmişse de, müdafiin kusurlu davranışı nedeniyle kanun yoluna başvuru süresi geçmişse, sanığın eski hale getirme talebinde bulunabileceği, bunun adil/dürüst yargılanma hakkının gereği olduğu uygulamada kabul edilmiştir. Bu yorum; CMK m.35/2, 260/1, 268/1, 273, 274, 291 ve 292’nin bir gereğidir.

Sanık müdafii yerine sadece sanığa tebligat yapıldığında ise, kanun yoluna başvuru süresinin başlamadığının kabulü gerekir. Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nin 11.04.2023 tarihli, 2023/1584 E. ve 2023/17091 K. sayılı kararında; “İnceleme konusu somut olayda; sanık ve müdafiinin yokluğunda verilen hükmün açıklanmasına ilişkin kararın sanık müdafii yerine doğrudan sanığa tebliğinin usulsüz olması nedeniyle kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmakla, bu aşamada kanun yararına bozma yoluyla incelenmesi mümkün görülmemiştir.gerekçesine yer verilmiştir.

Kanun yoluna başvuru imkanı olan kararların sanığa tebliği dışında; sanığın katılmadığı celselerle ilgili kendisine tebligat yapılmaması, sanığın davayı müdafii vasıtasıyla takip ettiği, ancak müdafiin bir veya birkaç celseye katılmadığı, sanığı da bu celselerle ilgili bilgilendirmediği durumda, savunma hakkının kısıtlanması ihtimalini gündeme getirmektedir. Sanık CMK m.197 uyarınca duruşmaya müdafi göndermiş olsa da; davasını ve celseleri şahsen takip edebilmesi için yeterli imkanın bulunduğu, dava dosyasını fiziken veya UYAP vasıtasıyla kolaylıkla takip edebileceği düşünülebilir. Elbette bu düşünce doğrudur. Bununla birlikte; sanığın savunma hakkının teminatının, sadece sanığın ve müdafiinin takip yükümlülüğüne bağlanmaması, mahkemelerce celsede hazır bulunmayan sanığa tebligat yapılması ile bu teminatın sağlanabileceği söylenebilir. Bu usul; posta yoluyla yapılan tebligatlarda usul ekonomisine uygun görülmeyebilir, ancak günümüzün teknolojik imkanları gözönüne alındığında, uygun yasal düzenlemeler yapılarak müdafi ile takip edilen davalarda da sanığa celselerle ilgili elektronik tebligat ve kısa mesaj gönderilmesi gibi seçenekler dikkate alınabilir. Yukarıda yer verdiğimiz emsal kararlar, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yukarıda saydığımız hükümleri ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu m.11 uyarınca kanun yoluna başvuru imkanı olan kararların sanığa da tebliği gerektiği açık olmakla birlikte; kovuşturma aşamasında verilen ara kararların ve celsede yapılan işlemlerin de sanığa tebliğinin gerektiğini, özellikle bilirkişi raporu, tanık beyanı gibi yargılama neticesinde sanığın hukuki durumuna etki edebilecek bilgi ve belgelerden, müdafii ile temsil edilse bile, celselere katılmayan sanığın haberdar edilmesinin savunma hakkının temini için gerekli olduğu kanaatindeyiz.

Diğer bir sorun; sanığın CMK m.197 uyarınca duruşmaya müdafi gönderdiği, müdafiin vekaletname ibraz etmediği (ceza yargılamasında vekaletname ibraz etme zorunluluğu olmadığı), yine müdafiin bir veya birkaç celseye mazeretsiz olarak katılmadığı, sanığın da celseleri ve davasını takip etmediği durumda, tebligatın müdafie mi sanığa mı yapılması gerektiği konusunda duraksama yaşanmasından kaynaklanmaktadır. Bu sorun özellikle; tebligatın sanığa yapıldığı, ancak sanığın mahkemeye bildirdiği adreste veya MERNİS adresinde bulunamadığı, tebligatın Tebligat Kanunu m.21’e göre muhtara veya maddede sayılan diğer kişilere teslim edildiği durumda, sanığın kanun yolu başvuru süresini kaçırması gibi ciddi hak kayıplarına sebep olabilmektedir.

Ceza yargılamasında müdafiin vekaletname ibraz etme zorunluluğu bulunmamaktadır; bununla birlikte, vekaletname sunmayan ve bir celseye katıldıktan sonra takip eden celselere mazeretsiz olarak gitmeyen avukatın, sanığı temsilen dilekçe sunmak gibi dosyada aktif bir faaliyeti de olmamışsa, o dosyada sanığı temsil edip etmeyeceği yönünde mahkemede tereddüde sebep olabilmektedir. Her ne kadar avukat vekaletname ibraz etmemiş ve aynı zamanda sadece bir celseye katılıp diğer celselere iştirak etmemişse de; CMK m.197 uyarınca sanığın iradesinin ilgili avukatı müdafi olarak tayin ettiği yönünde olduğunun kabulü gerektiği, Tebligat Kanunu m.11 uyarınca müdafie de tebligat gönderilmesinin zorunlu olduğu kanaatindeyiz. Bu şekilde, savunma hakkının temini için tüm güvenceler sağlanmış olacaktır.

Yargıtay; avukatın vekaletname ibraz etmediği durumlarda, sanığın müdafii ile birlikte hazır bulunduğu bir celsede avukatı müdafii olarak atadığına dair beyanının bulunmasını dikkate alıp, temsil yönünden yeterli görmektedir (YBGK içtihadı birleştirme kararı, 20.10.1975 tarihli, 1975/7 E. ve 1975/9 K.; YCGK, 17.11.2020 2016/1421 E., 2020/461 K.; Y.4.CD, 03.11.2020, 2017/275 E. 2020/14815 K.). Bu uygulama ve kabul isabetlidir. Ancak her durumda sanık ve müdafii birlikte bir celsede hazır bulunmayabilir. İşte bunun gibi hallerde de; sanığın iradesinin tespiti gerekir ki, eğer bu irade tespitinde sanığın açık beyanı şartı aranacaksa, o halde sanığa çağrı kağıdı gönderilerek, daha önce sorgusu yapılmış olsa bile duruşmaya katılmasının sağlanması gerekir.

Örneğin; Cumhuriyet savcısının delil tartışmasına ilişkin olarak CMK m.216 gereğince sunduğu görüşü, yani uygulamada bilinen adıyla “esas hakkında mütalaa”, sanığın ve vekaletname ibraz etmeyen, ancak bir celseye katılan avukatın yokluğunda yapılan celsede açıklanmışsa, avukatın sanık müdafii olarak görevinin devam edip etmediği konusunda tereddüde düşülmesi halinde, mahkemece hem avukata ve hem de sanığa esas hakkında mütalaanın tebliği uygun olacaktır.

Mahkemenin sadece avukata tebligat yapması, ancak sanığa yapmaması durumunda artık CMK m.198/2 uyarınca o avukatın sanık müdafii olduğunun mahkemece tespit edildiği sonucuna varılacaktır. Aksi olduğunda; yani mahkemenin, avukatın o dosyada müdafilik görevinin devam etmediğine kanaat getirdiği ve doğrudan sanığa tebligat yaptığı halde, sanığın, ilgili avukatı müdafi olarak tayin etmediğine veya avukatın müdafilik görevinin sona erdiğine dair açık beyanı da yoksa, sanığa yapılan tebligatın usulsüzlüğü ileri sürülebilecektir. Ayrıca; sadece sanığa tebligat yapılması halinde, sanığın davasını müdafii vasıtasıyla takip ettiği düşüncesiyle tebligatı alma veya tebligatın gereğini yerine getirme hususlarında ihmal göstermesi de mümkündür. Böyle bir durumda mahkeme; sanığın hak kaybına uğramaması için sanığa tebligat gönderse de, sanığın bu tebligatları alma ve gereğini yerine getirme konusunda gösterdiği ihmal, sanık aleyhine netice doğurabilecektir. Kanaatimizce; mahkemede, avukatın müdafilik görevinin devam edip etmediği ile ilgili tereddüt bulunmakta ise, bu halde hem sanığa ve hem de avukata ayrı ayrı tebligat gönderilmesi, tüm bu olumsuz ihtimallerin bertaraf edilebilmesi için gerekli ve yeterli olacaktır.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer Berkün

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)