Ceza yargılamalarında sanık, müdafi tarafından savunulabilecektir. Ceza yargılamalarında savunma hakkının tam olarak tesis edilebilmesi için kanun tarafından belirlenen hareket alanı içerisinde müdafi serbest bir şekilde görevini icra edebilmelidir. Aksi bir durum savunma hakkının kısıtlanmasına sebebiyet verecektir[1]. Adil yargılanma hakkının soruşturma ve kovuşturma evrelerinde etkin bir şekilde sağlanabilmesi için Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) madde (m.) 6/3-c’de, suçla itham edilen kişinin kendisini bizzat savunabileceği veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanabileceği; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabileceği düzenlenmiştir.  

Kanun koyucu Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m. 226/4’te, birinci, ikinci ve üçüncü fıkralardaki bildirimlerin varsa müdafiye yapılacağını ve müdafinin, sanığa tanınan haklardan sanık gibi yararlanacağını düzenlemiştir. Görüldüğü üzere ek savunma hakkının kullanımı ve bu haktan faydalanılması açısından sanık ve müdafisi eş tutulmuştur[2]. Kanun koyucu bu düzenleme ile mahkemeye bir takdir yetkisi tanımamıştır[3]. Bu düzenleme ile duruşma esnasında sanığın olmadığı hallerde dahi ek savunma hakkının müdafi tarafından kullanılabilmesi mümkün hale gelmiştir[4]. Ancak Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından 22/02/2024 tarihinde oybirliğiyle verilen kararla[5], bu durumun Anayasa (AY) m. 36’da düzenlenen hak arama hürriyetine aykırı olduğuna ve dolayısıyla CMK m. 226/4’ün iptaline karar verilmiştir. İlgili kararın detayları ve değerlendirmemiz aşağıdaki gibidir:

Muğla 4. Asliye Ceza Mahkemesi, özetle CMK m. 226/4’te:

- Yazılı bildirimden bahsedildiği ancak kuralın atıfta bulunduğu fıkralarda bildirime ilişkin herhangi bir ibarenin yer almadığı,

- Sanığa tanınan haklar kavramına yer verildiği ancak bu hakların kapsamına dair herhangi bir açıklığın öngörülmediği,

- Müdafinin yararlanacağı hakların belirlenmesinin hukuki belirlilik ilkesiyle bağdaşmadığı,

- Sanık müdafinin hukuki yardımının sanığın savunması yerine ikame edildiği,

şeklindeki sebeplerle CMK m. 226/4’ün AY m. 2’ye ve m. 36’ya aykırı olduğu iddiasını itirazen AYM’ye taşımıştır.

AYM, önüne gelen iptal iddiasını detaylı bir şekilde incelemiş ve çeşitli değerlendirmelere yer vermiştir. AYM verdiği kararda, öncelikle adil yargılanma hakkı uyarınca sanığın, usulüne uygun bir şekilde kendisine isnat edilen suçtan ayrıntılı ve yeterli düzeyde haberdar edilmesi gerektiğini; bu hususun gerçekleşmesinin ardından hakkında gerçekleştirilen duruşmada, hazır bulunma hakkının önemine vurgu yapmıştır. AYM’ye göre duruşmada hazır bulunma hakkı öylesine elzem bir haktır ki sanık, bu hak sayesinde kendisini en iyi şekilde savunma imkanını elde etmektedir. Zira itham edildiği olayı ve hususları en iyi bilebilecek olan sanık, mahkeme huzurunda delillerin tartışılmasını sağlayacak, aleyhine olan delilleri bertaraf edebilecek ve böylelikle de mahkemenin vereceği kararı etkileme imkanına sahip olacaktır. Bir önceki cümlede belirtilen hususların gerçekleşmesi, sanığın bizzat hazır bulunma hakkının, eksiksiz bir şekilde sağlanmasıyla mümkün olacaktır. AYM, sonuç olarak ise sanığın hem itham edildiği hususlardan yeterli ve ayrıntılı bir şekilde haberdar edileceğini hem de duruşmada hazır bulunma hakkı kapsamında, yargılamaya etki edebileceğini belirtmiştir.

AYM, bir önceki paragrafta yer verilen belirlemeleri yapmakla birlikte adil yargılanma hakkı çerçevesinde sanığın, kendisine isnat edilen suçlardan yeterli düzeyde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmesinin, duruşmada hazır bulunma hakkının sınırsız bir şekilde uygulanması halinde suistimallerin gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Örneğin bu durum sebebiyle yargılamalar gereksiz uzayabilecek, akamete uğrayabilecek, dava zamanaşımı süresi dolabilecek ve sonuç olarak da suç işleyen kişiler cezalandırılmamış olacaktır. Bu sebeple sanığın sahip olduğu adil yargılanma hakkının kısıtlanabilmesi veya sanık tarafından bu hakkın güvencelerinden feragat edilmesi mümkündür. Ancak yine de adil yargılanma hakkından feragat edebilmenin birtakım koşullara bağlı olduğu ifade edilmiştir. Bu koşullar şu şekildedir:

- Feragat iradesi açık olacak,

- Feragatin sonuçları kişi yönünden makul olarak öngörülebilir olacak,

- Feragat edilse dahi asgari usul güvencelerini sağlanmış olacak,

- Feragati meşru olmaktan çıkaran bir kamu yararı bulunmayacak.

AYM verdiği kararda bu belirlemeleri yapmasının ardından, bahsi geçen feragatin örtülü bir şekilde yapılmasında bir beis olmadığını belirtmiş ve CMK m. 226/4’ün, adil yargılanma hakkının sanığa sağlamış olduğu belirli usul güvencelerinden örtülü bir şekilde feragat anlamı taşıdığını belirtmiştir. Zira yargılamaların makul bir süre içinde sona ermesi için CMK m.226’nın ilk iki fıkrasının söz konusu olduğu hallerde bildirimlerin, varsa müdafiye yapılacağı ve müdafinin, sanığa tanınan haklardan sanık gibi faydalanacağı hüküm altına alınmıştır. Bu şekilde, kanun koyucu ek savunma hakkının kullanılması için sanığın duruşmada hazır olmasını mutlak bir gereklilik olarak görmeyerek adil yargılanma hakkı kapsamında sanığın isnadı öğrenme, duruşmada hazır bulunma ve savunma haklarına bir sınırlama getirmiştir.

Kararda AY m. 13 uyarınca, adil yargılanma hakkına getirilen sınırlamaların, yalnızca kanunla getirilebileceği ve bu kanunların şeklen var olmasının yeterli olmayıp kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir olması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca söz konusu kanunun, bir önceki cümlede sayılan nitelikleri haiz olmasının AY. m. 2’de düzenlenen hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğu, hukuk devletindeki kanunların hem kişiler hem de idare yönünden duraksamaya, kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir, nesnel olması ve kamusal otoritenin keyfi uygulamasına karşı koruyucu önlem içermesi gerektiği ve dolayısıyla AY. m. 13’ün, AY m.2’de düzenlenen hukuk devleti ilkesi çerçevesinde yorumlanması gerektiği ifade edilmiştir.

İlgili AYM kararında CMK m. 226/4’ün belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğunu, zira CMK m. 226/4’te açık bir şekilde hangi bildirimlerin kime yapılacağı ve kimin, sanığa tanınan haklardan sanık gibi faydalanacağının herhangi bir tereddüt söz konusu olmaksızın açık, net bir şekilde belirlendiği ifade edilmiştir. Bu durum göz önüne alındığında CMK m. 226/4’ün belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir niteliği haiz olduğu açık olup bu yönüyle kanunilik şartını taşıdığı belirtilmiştir. Öte yandan söz konusu kural ceza muhakemesi mevzuatına ilk olarak Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu (CMUK) m.258 ile girmiş olup kuralın gerekçesinde “…Tatbikatta müdafi bulunan hallerde de sanığın bizzat müdafaada bulunması zaruri sayılmakta ve bu hal mahkemeyi lüzumsuz şekilde uzatmaktadır. Bu sebepler varsa müdafiin haberdar ve sanık yerine müdafaa yapabileceğinin açıklanması uygun görülmüştür.” şeklinde ifadeye yer verilerek bu kuralla, yargılamaların sebepsiz yere uzamasının önüne geçilmesi amacı güdüldüğü belirtilmiştir. Bu yönüyle CMK m. 226/4’ün makul sürede yargılanma ilkesinin eksiksiz bir şekilde temin edilmesinin amaç edinildiği ve bu amacın da anayasal anlamda meşru bir zemine dayandığının anlaşıldığı ifade edilmiştir.

Verilen kararda, CMK m. 226/4’ün, kanunilik ve meşru amaç şartlarını taşımakla birlikte salt bu iki hususun yeterli olmadığı ve aynı zamanda ölçülü olması gerektiği de ifade edilmiştir. Bir kuralın, ölçülü olup olmadığı irdelenirken elverişlilik, gereklilik ve orantılılık ilkelerinin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekilmiştir.

AYM, ek savunma hakkının verilmesi söz konusu olduğunda sanığa mutlaka ulaşılması gerektiği varsayımında, bu durumunun yargılamayı uzatabileceğinin (örneğin adresi bilinemeyen sanık, duruşmaya kasten katılmayan veya kaçak olan sanık) aşikar olduğunu ve bu yönüyle CMK m. 226/4’ün meşru amaca ulaşma açısından elverişli olduğunu belirtmiştir.

Bir diğer yandan AYM, CMK’da yer alan düzenlemelerle genel anlamda (bkz: CMK m.193, 194, 195, 196, 244, 282, 307) sanığın duruşmada mevcut olmasına ve sorgusunun gerçekleştirilmesine son derece önem atfedildiğini ancak ek savunma hakkı verilmesi söz konusu olduğunda kanun koyucunun tam tersi bir yaklaşımı benimsediğinin tespitini sağlamıştır. AYM bu tespitin doğal sonucu olarak, müdafi tarafından yapılan savunmanın ardından belki de kendisine yapılan isnattan hiç haberi olmadan mahkumiyet de dahil olmak üzere her türlü kararla sonuçlanabileceğini ifade etmiştir. Bir başka ifadeyle kanun koyucu, sanığın duruşmada bizzat hazır bulunma ve savunma yapma hakkından ilk savunma açısından feragat edemeyeceğini ancak ek savunma hakkı açısından müdafi tarafından gerçekleştirilen savunmanın yeterli olduğu kanaatinde olup sanığın ilk savunmasına son derece önem atfederken ek savunma hakkını sanki ilk savunmadan daha önemsiz bir hususmuş gibi değerlendirmiştir. Kararda sanığın ek savunmasının, ilk savunmasından daha önemsiz bir boyutu bulunmamakla birlikte, daha ağır bir cezayı gerektiren hususların gündeme gelmesi açısından ek savunma hakkının daha elzem olduğunun söylenebileceği belirtilmiştir. Ayrıca AYM tarafından, kendisine isnat edilen olayları en iyi bilebilecek olan sanığın, CMK m. 226/4 vasıtasıyla bertaraf edilerek kendisine yapılan yeni isnattan haberdar olmaması ve yargılamada bulunmaması durumunda mahkemenin kararına etki edebilmesinin engellendiğini ve müdafinin yapacağını savunmanın, sanığın savunmasının ikamesi olamayacağı ifade edilmiştir.

Yukarıda yer verilen belirlemelerin ardından AYM, makul sürede yargılanma hakkının sağlanması için uygulanacak bir kuralın AY m. 36’da düzenlenen hak arama hürriyetine aykırı olmamasının ancak isnadı öğrenme, duruşmada hazır bulunma ve savunma haklarının feragat edilebilir bir hak olduğunun kabul edilmesiyle mümkün olduğunu, ancak sanığın müdafisinin olmasının kendisini bizzat savunma hakkından ve isnadı öğrenme hakkından feragat ettiği anlamına gelmeyeceğini belirtmiştir. Sonuç olarak AYM, CMK m. 226/4 vasıtasıyla, isnattaki değişikliğe ilişkin olarak sanığın, mahkemenin vereceği kararı etkileme imkanının elinden alındığı ve adil yargılanma hakkına, meşru amaca ulaşma açısından gerekli olmayan, orantısız bir sınırlama teşkil ettiğini belirterek ilgili kuralın AY m. 36’ya aykırılığı sebebiyle oybirliğiyle iptaline karar vermiştir. AYM’nin iptal kararı, kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girecektir.

Kanaatimizce, makul sürede yargılanma ilkesi uyarınca sanığın adil yargılanma hakkı kapsamında sahip olduğu isnattan haberdar edilme, duruşmada bizzat hazır bulunma, kendisini bizzat savunma haklarının, kanunla sınırlandırabilmesi mümkündür. Bu yöndeki bir sınırlandırmanın ceza muhakemesi mevzuatımızdaki tezahürlerinden birisi de CMK m. 226/4’tür. Ancak kanun koyucu tarafından, yalnızca sanığın müdafisinin olması göz önüne alınıp ek savunma hakkına ilişkin bildirimlerin müdafiye yapılarak sanığın, yeni isnattan haberdar edilmemesi ve müdafinin, bu haktan sanık gibi faydalanıp sanık yerine savunma yapması imkanıyla, meşru bir amaç doğrultusunda gereksiz ve orantısız bir kural getirilmiştir. Bu kuralla birlikte sanığın bir müdafisi olup ek savunma hakkı verilmesi söz konusu olması halinde sanığın duruşmadaki konumu işlevsizleştirilmektedir. Zira bu durumda, sanık kendisine yapılan yeni isnattan haberdar olmadan ve bizzat savunma yapmadan cezalandırılabilecektir. Ayrıca kanun koyucu, ilk savunma açısından sanığın huzurda bulunmasına ve kendisini bizzat savunmasına önem atfederken, ek savunma hakkı söz konusu olduğunda sanığı, yeni isnattan haberdar dahi etmeye ve sanığın bizzat savunmasını yapmasına gerek duymayarak tezat bir duruma sebebiyet vermiştir. Bu durumun ise adil yargılanma hakkının gereklerine aykırılık teşkil edeceği aşikar olup AYM’nin iptal kararı son derece isabetlidir.

AYM tarafından verilen iptal kararı kadar iptal edilen kuralın yerine gelecek yeni kuralın ne olacağı son derece önemlidir. İptal edilen CMK 226/4’ün yerine bir hüküm getirilecekse bu hükümde kanaatimize göre, mutlaka sanığın yeni isnattan haberdar edileceği veya haberdar edildiğinin varsayılacağı bir prosedür öngörülmelidir. Düşüncemize göre sanık CMK m. 226/1 ve 226/2’de belirtilen durumlarda yeni, farklı bir ithamla karşı karşıya kalmaktadır ve bu ithamın önem açısından iddianamede yapılan ilk ithamdan bir farkı bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu durumda “Ara verme” başlıklı CMK m. 190/1’in uygulanmasında bir beis bulunmamaktadır. Zira CMK m. 190/1’de zorunlu hallerde davanın makul sürede sonuçlandırılmasını olanaklı kılacak şekilde duruşmaya ara verilebileceği düzenlemiştir. Eğer sanık, duruşmada hazır değilse ve sanık hakkında ek savunma hakkı verilmesi söz konusu olursa yeni isnat sebebiyle duruşmaya CMK m. 190/1 uyarınca ara verilmeli, duruşma zaptında sanığın yeni isnattan haberdar edilmesi için ve savunmasını oluşturabilme imkanı sunularak bir sonraki celseye kadar resen süre verildiği belirtilmelidir. Böylelikle sanık yeni isnattan haberdar olabilecek, savunmasını oluşturmak için süreye, bir sonraki celse sanık duruşmada bizzat hazır bulunma ve bizzat savunma hakkı yapma fırsatına sahip olacaktır. Bir diğer yandan sanığın ek savunma hakkının kullandırılması için CMK’nın ilgili hükümleri uyarınca zorla getirilmesine veya yakalamasına karar verilmesinde de bir beis bulunmamaktadır. Eğer sanık bir sonraki celseye gelmeyip veya getirilmesi mümkün olmayıp sadece müdafisi gelirse, ek savunma hakkının müdafisi tarafından kullanılmasında bir beis bulunmamalıdır.

Bir başka öneri ise CMUK m. 258/6’dakine benzer bir madde ihdas edilmesidir. Bu öneriye göre ek savunma hakkının verilmesinin gündeme gelmesi halinde bu husus meşruhatlı davetiyeyle sanığa bildirilebilecektir. Meşruhatlı davetiyede, sanığın ek savunma hakkı olduğu, bu hakkı bizzat kullanabileceği, bir sonraki celse bu hakkı bizzat kullanmadığı takdirde ek savunma hakkının müdafi tarafından kullanılacağının açıkça yazması gerekmektedir. Eğer yapılan tebligata rağmen sanık duruşmaya gelmezse bu örtülü bir kabul olarak değerlendirilmeli ve ek savunma hakkı doğrudan müdafi tarafından kullanılabilmelidir.

Aksi yöndeki bir düşüncede ek savunma hakkının sanık tarafından kullanılması sebebiyle suiistimaller meydana geleceği açıktır. Kanun koyucu tarafından önerimiz dikkate alındığı takdirde yargılamaların bir nebze de olsa uzaması mümkündür. Ancak hukuk devletine hakim olması gereken anlayış, sanığın öncelikle detaylı olarak itham edildiği hususlardan haberdar edilmesi, bu ithamlar doğrultusunda savunma hakkının sanığa eksiksiz olarak sağlanması ve bu iki husus sağlanmadan sanık hakkındaki yargılamanın sonuçlandırılmamasıdır.

-----------------

[1] Cihan Yeşil Başvurusu, Başvuru No: 2013/8635, Karşı oy gerekçesi, kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr (Erişim tarihi: 04.02.2023). https://www.hukukihaber.net/aymnin-20138635-basvuru-numarali-karari

[2] Y.4.CD, E. 2021/30192, K. 2021/27324, T. 23.11.2021https://www.hukukihaber.net/yargitay-4-ceza-dairesi-202130192-e-202127324-k

[3] Özmen, Erdi, “Ek Savunma Hakkı”, Ceza Hukuku Dergisi, Cilt:14, Sayı:40, Ağustos, 2019, s. 503.

[4]YCGK, E. 2016/29, K. 2016/251, T. 10.05.2016, www.hukukturk.com (Erişim tarihi:04.02.2023);

Y.1.CD, E. 2021/6497, K. 2021/5372, T. 29.03.2021, “Sanık hakkındaki dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasında daha ağır olan yağma suçundan görevsizlik kararı verildiği anlaşılmakla, mahkemece daha hafif olan kasten yaralama suçundan mahkumiyet kararı verildiği ve hükmün tefhim edildiği oturumda Cumhuriyet savcısı tarafından yaralama suçundan esas hakkında mütalaa verilirken sanık müdafiinin hazır bulunması da dikkate alınarak sanık hakkında ayrıca ek savunma verilmemesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, tebliğnamenin bu husustaki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.”, www.hukukturk.com (Erişim tarihi: 04.02.2023).

[5] İlgili AYM kararı için bkz: E. 2023/163, K. 2024/57, T. 22.02.2024, www.resmigazete.gov.tr (Erişim tarihi 06.04.2024). https://www.hukukihaber.net/aymnin-2023163-esas-202457-karar-sayili-karari